Hitit Doneminde Tuana - Tyana
Küçük Asya'da Hitit dönemini anlatmadan önce Taş Devri'nden
yazının
icadına değin (Gordion Childe'ın "Tarihte Neler Oldu" ve
Prof. Dr.
Ekrem Memiş'in "Eskiçağ Türkiye Tarihi" ile Ahmet Ünal'ın
"Hititler
Devrinde Anadolu" ve J.G. Macçueen ile Birgit Brandau'nun
"Hititler"
adlı yapıtlarında ve Prof. Arkeolog Aliye Öztan'ın
"Tuba-Ar'da Köşk
Höyük Anadolu Arkeolojisine Yeni Katkılar" adlı
incelemesinde
değinilen) önemli noktalara bir göz atalım:
Neolitik çağda, Yakın Asya'da insanlar akrabalık ilişkisine
dayanan
küçük gruplar, "klan"lar halinde yaşıyorlardı. Sonra
yabansıl koyun,
keçi, sığır avcılığından çıkarak hayvan beslemeye, bitki
yetiştirmeye ve çiftçilikle uğraşmaya başladılar.
Güneşe, aya, yıldızlara, ağaca tapıyorlardı.
Anadolu'da Hititlerden önce Hint-Avrupalı kavimler
oturmaktaydılar.
10 8500 yıllarında yerleşik hayata geçerek ciftçilikle
uğraşmaya
başladılar {Hititler Devrinde Anadolu-Ahmet Ünal, s.21).
Sonra Anadolu'da Hattilerin, Hurilerin ve Luvilerdin
yaşadıkları
anlaşılıyor.
İÖ 5 - 4 binli yıllılarda bilenmiş, taştan baltalar, ok
uçları,
pişirilmemiş balçıktan, kilden küçük heykelcikler
yapıyorlar;
topraktan, taştan, tahtadan kaplar kullanıyorlar. Hayvan
kabuklarından ve dişlerinden süs eşyaları elde ediyorlar.
Savunma
hendekleri kazıp yerleşim alanları surla çeviriyor, ekim
için
toprağı çapa ile hazırlıyor, ocakta ekmek pişirmeyi
deniyorlar.
Ölenleri toprak küp, taştan sandık içine koyuyor; bunlardan
bazılarının üstünü yassı taslarla kapatarak içinde insan
kemikleri
bulunan dolmen odacıklar yapıyorlar.
Bor ilçesi Bahçeli Beldesi'ndeki Köşk Höyük'te evlerin
tabanlarına
gömülü Geç Neolitik çaga ait 66 mezar bulunuyor. Mezar yeri
olarak
genelde oda köşeleri, duvar dipleri tercih ediliyor.
Buralara bazen
yetişkinler bebeklerle birlikte gömülüyorlar. Yanlarına
kaplar
içinde tanrı figürleri, mühür, takı gibi kişisel eşyalar
bırakılıyor.
Köşk Höyük kazılarında kille şekillendirilmiş, aşı boyasıyla
boyanmış parçalanmış, olarak 5 kafatası çıkartılıyor.
içlerinden
birinin genç bir kadına ait olduğu belirleniyor. Göz
yuvasını
kapatan kısım iri badem şeklinde, göz kapakları kabartı
halinde olup
gözbebeğinin yerine siyah bir taş yerleştiriliyor. Kulak
kepçesi
hafif dönük, burun kanat ve delikleri gerçekçi bir biçimde
şekillendiriliyor. Bienert'in gözlemlerinde değindiği gibi
bu
kafataslarının kil kaplama ile yüz ve boyun kısımları
belirginleştiriliyor, diğer yerler kil kaplanarak
tamamlanıyor.
Bu çağın insanları, aradan zaman geçtikçe madenleri ateşte
eriterek
bakır, bakırı kalayla karıştırıp tunç, ardından demiri
buluyor,
birçok gereksinimlerini madenlerden yapmaya çalışıyorlar.
İÖ 3200 yıllarında Mezopotamya'da "çiviyazısı", Mısır’da
"resimyazı"
(Hiyeroglif) kullanılıyor. Takvimi, ağırlık, uzunluk
ölçülerini,
matematiği, geometri kurallarını başarıyla uyguluyorlar.
Tekerleği
icat ediyor, tahılları küplere dolduruyorlar. Ruhun
ölümsüzlüğüne
inandıklarından toplanan ürünlerin bir kısmını ve süs
esyalarını
mezarda ölünün yanına koyuyorlar. Ekmek yapmakta el
değirmeninden
yararlanıyorlar. Vergilendirme ve servet birikimi ile ilgili
yasalar
yapıyorlar. Toros Dağları'nı aşıp Mezopotamya'ya giden ve
Mezopotamya'dan gelen yollar üzerinde, fazla hacimli olmayan
Altın,
gümüş gibi lüks malları, tiftik, yapağı gibi maddeleri eşek
ve katır
sırtında taşıyor; karşılığında yünlü kumaş ve hazır giysiler
alarak
kervan ticaretini düzenli bir şekilde yürütüyorlar. Hititler
onların
yazılarını, matematik kurallarını, Hammurabi yasalarını,
bazı
sayrılıkların sağaltım yollarım, mimari biçemlerini bu
kanalla
öğreniyorlar.
Gordion Childe'ın yazdığı gibi böylece "Küçük Asya'da
gelişen
düşünce ve buluşlar insanlığın ortak deneyim havuzuna
akıyor."
İÖ 2350'de bir yandan Akadlar Anadolu'dan aldıkları
ganimetlerle
dönerken, öte yandan ticarette ileri giden, 1200 yıllarında
alfabeyi
bulan Fenikeliler Kıbrıs ve Küçük Asya'nın Ege ve Karadeniz
kıyılarını ele geçiriyorlar. Daha sonra Phrygialılar
Anadolu'nun
ortalarına doğru ilerliyorlar. (Midas adının geçtiği şimdi
Paris'te
bir müzede bulunan Phryg yazıtı Tyana 'da ele geçmiştir).
Lidya Devleti'nde Kral Krezüs zamanında sikke kullanılmaya
bağlıyor,
böylece ticaret kolaylaşıyor.
Birgit Brandau'ya göre, İÖ 3 bin yıllarında Hatti ülkesine
gelen göç
dalgaları Kalkolitik donemin insanlarıyla karışıyor. Bu
nedenle "Hititlerin
Hatti soyundan geldikleri söyleniyor."
İÖ 19. yüzyılın ortalarında Hattiler parçalandıktan sonra
Anadolu'da
Hitit donemi başlıyor. Öncü Hititler, önce Kızılırmak'ın
kıvrımına,
daha sonra tüm Anadolu'ya yerleşiyorlar. Hititlerin İlk kral
Anitta,
Hattuşa’yı ele geçirip başkent yapınca kültür ve ticaret
gelişiyor.
Hititler, Küçük Asya'da bakırla kalay karışımı tunç madenini
kullanıyorlar. Bakir kalay alaşımı eşyalar yapıyor, maden
ocaklarından kurşun, Tuana çevresinde Gültepe’den gümüş
çıkarıyorlar.
Kastamonu'nun Devrakani ilgesine bagli Kinik Koyünde yapılan
kazıda,
Hititlere ait maden işleme atolyesi bulunuyor. Burada kazi
yapan
Prof. Dr. Aykut Cmaroglu'nun bildırdigine göre, Hititler
madenlerini
Bogazkoy'den daha gok Kinik'tan elde ediyorlar.
Hititler savaşçılarını silahlarla donatiyorlar: Savaşçılar
migfer,
kalkan, bronz zirh, balta, kama, hanger, ok - yay uzun
mizraklar,
kargilar, egri palalar, düz kiliglar, testereler
kullaniyorlar. (Istegi
üzerine Misir'da Firavun'a demirden yapilmis, ornek bir
kilig
veriliyor, Firavun da karsilik olarak altm kutu, ilag ve
yapi
ustalari gonderiyor). Hititlerde kral savaşa katiliyor,
hizli ve
manevra yetenegi olan iki tekerlekli savaş arabalan,
piyadeler,
saray muhafizlari saldıri düzenine göre savaşiyor, şaşirtma
taktigi
kullanip gece baskinlan yapilryor.
Hititler'in zamanında kaleler kesme kare, dikdortgen büyük
blok
taşlardan gift duvarla orüluyor. Bu nedenle kentlerin
surlannin,
mazgallarmin sağlam olduklan gorülüyor. Igine su kuyulari,
sarnig,
erzak küpleri, düşmani şaşirtan tüneller yapiliyor.
Onlar büyük krala "güneşim" diyorlar. Kendilerine bagli
kralliklann
üye olarak katildiklari soylular meclisi (Panku) ile kralice
(Tavananna)
ybnetime katiliyor. Zaferde kazanilan topraklar krahn
oluyor,
ganimetler savaşanlar arasmda dagitilryor. Ele geçen işe
yarar
insanlar kole olarak sahibinin mail sayıliyor.
Hattuga'da Hitit ülkesinin
durumunu anlatan 25 bin tablet bulunuyor.
Buradaki insanlarm yapisal gorünumlerini bu tabletlerden
ogreniyoruz:
Sanşin, mavi gozlü, kısa kollu, kısa boylu, koşeli yüzlü,
gikik
yanakli, kartal burünlüdurlar. Kadınlan ozgürdur.
Anadolu'nun sert
iklim koşullanna göre giyimleri vardır: Mantolari uzun,
pabuglari
kivrik, başhklari yüksektir. Devlet yonetiminde görev
alabilir,
erkekler gibi savaşa katilabilirler. O yıllarda başkent
Hattuşa'nın
nufusu 30 bin, tüm nüfus ise 1,5 milyon kadardır.
Hititler Luvi dilineyakin bir dil olan "Hititge"
konuşuyorlar.
Sozcük hazineleri smirlidır, birkag yüzü gegmez. önce Civi
yazisim
sonra "Hiyeroglif Hititgesi" ni kullaniyorlar.
Hititler'de ekmek geşitleri, üzüm, şarapgilik, bal, süt
ürunleri bol;
elma, erik, kayisi, armut, incir, nar, hurma, zeytin gok
yetişiyor.
Zeytinyagi çıkanyor, tatli su balikgiligmdan yararlamyorlar.
Bunlarin degerleri gtimus, karşıligi olarak devlet tarafmdan
belirleniyor. Esirler giftgilik islerinde
kullaniliyor.Kaldinlan
tahil devlet depolarinda saklamyor. Onlarda en pahah malm
giysi
oldugu biliniyor.
Hititlerde
yonetim Krai Telepuni Fermaniyla babadan ogula gegiyor.
Ogul yoksa birinci derecede evlenen prensesin kocasi kral
oluyor.
Panku denilen meclisin karanyla anlaşmazliklar gozulüyor.
Hititlerde
adaletli, iyi bir hukuk duzeninin oldugu anlaşihyor. Bu
bakimdan,
Hititlerin kendilerinden sonra gelen Yunan ve Romalilardan
daha
ileri bir yaşam bic,imini benimse-miş olduklan gorüluyor.
Zaptettikleri yerlerin dillerine ve inang-larma dokunınuyor,
hoşgorulu davraniyorlar. Uyguladıklan yasalara bağlı kalarak
bariş
icmde yaşamayi amag ediniyorlar. Omegin, olum cezasi
kaldinhp
karşıligmda tazminat almiyor. Kadınlara eşit davramhyor.
Kaderci
olmayan tanrı inanişma göre hareket ediyorlar...
Keşke Hititlerin bu ozellikleri hic degişmeden bugünlere dek
surebilmiş olsaydi...
Hititler gok, güneş, ay, deniz, gece, gündüz, hava ve firtina,
bereket, aşk, dilek tanrılarma inaniyorlar. Yalniz tanrılan
kizdırmamak gerekiyor. Çünkü kral ve insanlar tanrılardan
destek
aliyorlar. Bunlardan başka önemli, onemsiz veba, geyik
tanrılan gibi
buyücüler de dinsel yönden etkili oluyorlar. Tannlarm
bulunduklan
yere gece-gündviz hizmet veren rahipler bakiyorlar.
Hititlerde temizlenıneden tanrıya dilekte bulunulmuyor.
Tanrılan
hoşnut etmek icin onlara değerli ürünler sunuluyor. Adak
töreninin
ardmdan "kutsal pmar"lann basinda şölenler yapiliyor: Savaş
oyunlari,
spor gosterileri, Çalgilarm eşliçinde gegitler izleniyor.
Insanlar
takilar takip, sivi igecekler için gaga agizli testiler
kullaniyorlar.
Hititlerin yaşam felsefesini tarihini J.G.MacÇueen'den
okuyalim:
"Hititler'de zorlamasiz sade anlatim yetenegi dikkat geker.
Yaşamm
olümle, olümün yaşamla bagini vurgular. Insanoglu olümludur,
insanoglu günahkardır. Kişinin kendisi masum olsa bile,
babasmm
günahlan ona düşer, hastahk ve sefalet geker, yürek acısı
dindirilemez. Ancak kişi tanrıdan merhamet dilerse tanrı onu
dinler,
çünkü tanrı merhametlidir. Kötü zamanların kurtuluş
ümididir. Tıpkı
kuşların sığınmaları için yuvalarına uçmaları ve yuvalarının
da
onlara kucak açmaları gibi, insanlar da tanrıyı ararlar ve
ona
sığınırlar. Yazgıya inanmışlardır. Kadercidirler.
"Hititliler başta Güneş Tanrısı olmak üzere tanrılara şöyle
yakarırlar:
"Dolunay gibi üzerimde parılda. Gökyüzündeki güneş gibi
üzerimde
ışılda! Boyunduruktaki bir çift öküz gibi bana katil! Gerçek
bir
tanrının yapacağı gibi yanında yürü..."
Hititliye düşman topraklarına acıları aktarmayı bile tanrı
önermektedir.
Hititler zamanında Anadolu, önemli hammadde kaynaklarıyla,
her
türden ürünleriyle, içinde aslanlar, geyikler, gösterişli
atlar,
boğalar dolaşan varsıl bir ülke görünümünü sürdürmektedir.
İÖ 1650 yılında 1. Hattuşili Tuana’ya sınırları içine
katınca
Hititlerin ticareti daha çok gelişir. Sonra güneye inip
Alalah’ı (Halep)
alır ama, oğulları ve kızı ihanet edince o da yerine torunu
Murşili'yi atar. Murşili dedesinin yarim bıraktığı savaşları
kazanır.
Babil'e baskın yaparak Hammurabi Hanedanhgina son verir
(1531).
Hititler bununla uluslararası alanda güçlerini kanıtlamış.
olurlar.
Murgili eniştesi tarafından öldürülünce Hititlerde çözülme
başlar.
Bulunan kitabelerden anlaşıldığını göre, bundan sonra
Gordion,
Kapadokya Mazaka (Kayseri), Tuana ve çevresi Phryglerin
eline geçer.
Bu arada Hititlerin kuzey komşuları Kaşkalar başlarına
sürekli bela
olmuşlardır; sık sık saldırarak yağmacılık yapmışlardır.
İÖ 1395'te Hititlerin başına geçen Suppiluliuma (kimi
tarihlerde
1380, 1370-1345) Kaşkalilan yenerek Hitit İmparatorluğunu
yeniden
güçlendirir. Suriye'yi alır. Güneydeki "Aşağı Ülke-"ye oğlu
Zida'yi
gönderip Tuana’ya Hititlerin 2. başkenti yapar. (Başka bir
kaynakta
ise Zida'yi Yukarı Ülke'nin komutanlığı, Aşağı Ülke'nin
yönetimini
de Hannuziye verir).
Babil kralının kızıyla evlenen Suppiluliuma'ya Misir
kraliçesi bir
mektup yazarak oğullarından birini gönderirse, onunla
evleneceğini
bildirir. Hitit Kralı Mısır’a gönderdiği oğlunun yolda
öldürüldüğünü
duyunca gök kızar, ardından Mısır’a girer. Oradan çokça
ganimetlerle
döner.
Suppiluliuma vebadan ölünce yerine genç oğlu Murşili geçer.
30 yıl
ülkeyi yönetir. Kuzeyde Kaşkalar, batıda Ege kıyılarındaki
devletleri, güneyde Suriye topraklarıyla doğuda Fırat’a
kadar olan
yerleri ve geniş bakir kaynağı olduğu bilinen Rodos'u
egemenliği
altına alır. Bu sırada ülkede veba salgını devam etmekte,
insanlar
ve hayvanlar kırılmaktadır. Babil asilli üvey annesi
Tavananna ile
kralın arasında sorunlar çıkar.
Kadeş Savaşı’ndan az önce (10 1285'te) Ü. Muvatalli
baş-kenti
Tarhuntaşşa'ya - Tuana'ya taşır. Devlete ait toplantılarla
dini
işleri burada yürütür. Bazı rahipler yeni başkente gelmezler
ama,
bağlılık andı içerler. Eski başkent iyice ıssızlaşmıştır. Bu
arada
deprem olmuş, birçok yerler yıkılmıştır.
Suriye'nin paylaşılması Hititlilerle Mısırlılar arasında
sürekli
sorun olmuştur.
1280'de Tuana'da kral bulunan Hattuşili kardeşi Muvatalli
ile
aralarının gergin olmasına karşın Mısır’la (Bazı kaynaklarda
1259,
1274, 1284) Kardeş’te yapılan savaşa katılır. Bu savaşta
Lukkalar ve
Halpa (Halep) Kralligi Hititler'e yardim eder. (Misir ile
Hititler
arasında tampon bir devlet olan küçük Amarru devleti ise
Hitit
devletine ihanet etmiştir).
Misir Kralı II. Ramses 3500 savaş arabası, 37 bin piyade ile
Kadeş'in 10 km. güneyinde dağlık bölgede karargah kurmuştur.
Oradan
Kadeş'in kuzey doğusunda bir yere gelmiş, savaşmak için
hantal ve
korkak dediği Hititler'i beklemeye başlamıştır. Kadeş'in
doğusunda
pusuya yatan Muvatalli bin savaş arabasıyla düşmanı tuzağa
düşürerek
çember içine alır. (Bu savaş arabaları üç kişilikti: Biri
sürücü,
biri mızrak, balta, kılıç kullanan, başında madeni miğfer
bulunan
savaşçı, diğeri de elinde kalkanı olan koruyucudur). Savaşta
Misir
ordusu bozguna uğratılır. Ardından yağma başlar. Hititler
ellerindeki hazır avı bırakmış, düşmanın geri çekilmesine
göz
yummuşlardır. Ramses yeniden savaşmak için bu fırsatı
kaçırmaz.
Kardeş’i ele geçiren Hititler güneyde yedekleriyle birlikte
gelen
Misir ordusuna yenilirler. Sonunda Hattusili ile Ramses
arasında
anlaşma yapılır (1270). Anlaşmanın bir sureti gümüş, tablet
üzerine
Hiyeroglif, bir sureti de bir tablete Akadça yazılır:
(gümüş.
tabletin Tuana çevresi Gültepe'de yapılması uygarlık
yönünden
Hititlerin ne kadar ilerde olduğunu kanıtlamaktadır). Mısır
ülkesi
ile Hitit ülkesi sonsuza kadar barış ve kardeşlik içinde,
duşmanlık
çıkarmadan, saldırmadan birbirlerine yardim ederek
yaşarlar.... (Hitit
kraliçesinin de imzası olan tarihteki bu İlk anlaşma simdi
Amerika'da Birleşmiş Milletler binasının duvarındadır).
Hititler bundan sonra kuzeyde Kafkalarla da ayrıca bir
anlaşma
yaparlar.
Savaşta yaralanıp ölen Hattuşili'nin yerine geçen Muvatalli
Tuana 'ya
kral olarak yeğeni Kurunta'yı atar. Kralla Kurunta arasında
Çivi
yazısıyla tunç tablete yazılmış anlaşma Boğazköy'de
bulunmuştur.
Tuthalia 1215'te ölünce yerine Ü. Suppiluliuma geger.
Imparatorlukta
sürüp gelen açlığa çareler aramaya başlar. Bu sırada Tuana
(Tarhuntaşşa)
Kralı Kurunta Hattuşa'dan tümüyle ayrılıp kendi sınırlarını
genişletmeye girişir.
İÖ 1186'larda (başka bir kaynakta 1200 tarihlerinde) isyan,
saltanat
kavgaları, karışıklığın, yağmacılığın hüküm sürdüğü, bir
yandan
Asurlulara yenilen, onların baskısı Altında kalan Hitit
ülkesine
Trak kökenli Ege ve Akdeniz ada halkları (Turşalar,
Lukkalar,
Danunalar, Şardana ve Şekeleşler) ve kuzeyden Kaşkalar
saldırırlar.
Bu yağmacı, çapulcu akıncılar Kizuvatna'ya, Arzava'ya,
Kargamiş'a,
Kıbrıs’a ve Mısır’a kadar olan her yere dağılırlar. Misir
kaynaklarına göre ise "Deniz Kavimleri" Baçtık bölgesinden
gelip
Akdeniz'de Sicilya, Sardunya'dan geçerek kadın ve çocukları,
gemi ve
kağnılarıyla Anadolu kıyılarından içerlere doğru
ilerlemişler,
burada tunç çağını yaşayan devletleri çökertmişlerdir. Belki
de
gelenler yaşamak için daha rahat yurtlar aramaktaydılar.
Böylece
Yakındoğu’da 250 yıl hüküm süren ve bir süper devlet olan
Hitit
imparatorluğu yıkılır. (Bir başka kaynağa göre de Hitit
İmparatorluğu taht kavgaları ve halkın efendilerine kızıp
açtıkları
iç savaşlarla çökmüş ve dört bir yana dağılmıştır. Sınıflar
arasında
ipler kopmuştur). Daha sonra Phrygler denizden gelerek
Hititleri
perişan eden bu barbar kavimleri Toros'ların ötesine dek
sürerler.
Ardından Geç Hitit İmparatorluğu kurulur. Bunlar güneye
doğru
yayılarak smuiarmi sınırlarını genişletir, kültürlerini
Hititlerin
mirasçısı olarak Kargamiş'a kadar olan bölgelerde
sürdürürler...
İÖ 1186 yılında Hitit Çivi yazısıyla yazılmış, yeni bir
tableti
okuyan Hititolog Ahmet Ünal, Aşağı Ülke Hitit Krallığı’na
ait
değerli bilgiler vermiştir: "Hititler Devrinde Anadolu" adlı
yapıtında, Tuana 'nın adını Tarhundassa (Tarhuntaşşa) olarak
yazmıştır. Kesin olarak Tarhuntaşşa'nın yerini belirlemeyen
yazarın
tanımlamalarından buranın Tuana (Tuvanawa) olduğunu
söyleyebiliriz :
"Güney Anadolu ile kolayca bağlantı sağlayan yollarına
üzerinde,
Niğde ilini kapsamakta, ayrıca Bolkar Dağlarından Konya
Ereğli'sine
(Heraklia'ya - İveriz kabartmasına) ulaşmaktadır. Jeolojik
açısından
Türkiye’nin en çeşitlilik arz eden yeridir. Kaplıca suları,
peri
bacaları, su gözenekleri, kaya anıtı, Bolkar ovasının
güneyinde..."
Bu sözlerle anlatılan yerin, yazarın ifade ettiği gibi
"bilinmemekte"
değil, açık açık buranın Tuana olduğu anlaşılmaktadır.
Güngör Karauğuz da Hitit tarihini aydınlatan tabletlerin gün
ışığına
çıkartılmadığını yazdığı "Hitit Devletinin Siyasi Antlaşma
Metinleri"
adlı yapıtın sonuna eklediği haritada Tarhuntaşşa,yi Ereğli -
Ivriz'in güney doğusunda Saliia'ya (Porsuk köyü) yakın olan
Tuanawa
olarak bilinen yöre ile yan yana bir çizgi üzerinde
göstermiştir. Bu
yapıtında Tarhuntaşşa'nın Hulaia Nehri Ülkesi olduğunu,
Kızıldağ-Karadağ ve Aksaray'ın doğusunda bulunduğunu
bildirmekte ve
bu konuda şunları yazmaktadır: "Kraliçe ile Kral ÜI.
Hattuşili
Tarhuntaşşa - Tuana'ya kral olarak Kurunta'yı atamışlar,
onunla İÖ
1267'de aralarında antlaşma imzalamışlar ve yine IV Tuthalüa
ile
Kurunta arasında İÖ 1240'ta bir antlaşma daha yapılmıştır.
Bu
yapılan antlaşmada ise Arlanta (Karacadağ), Lula (Bolkar),
Damnaşşuru (Toros) dağları sınır gösterilmiştir. Bu sınırlar
içinde
yerleri hiç kimse Kurunta'nın neslinden almayacaktır.
Gelecekte
sadece Kurunta'nın nesli Tarhuntaşşa Ülkesinin kral
olacaktır.
Tarhuntaşşa ülkesinden vergi yükümlülüğü kaldırılacak,
antlaşmayı
bozanı yemin tanrılar mahvedecektir."
"Hititler" adlı yapıtın yazarları Birgit ve Hartmut da konu
hakkında:
"Tarhuntaşşa'ya ait fazla bilgi yoktur. Birçok kaya yazıtı
bulunduğu,
ama yeri ve gelişmelerle ilgili bilgiler bulunamamıştır.
Murşili ve
Hartapu gibi krallar ve Kurunta'nın ardılları IV Tuthalüa
zamanında
imparatorluğu ele geçirmeyi istedikleri sırada iç savaşlar
başlamıştır." demişlerdir. Sonra Karaman, Karadağ ve
Kızıldağ’da
yedi hiyerogrolif yazıtı bulunduğundan, Luvi, Hitit
Hiyeroglif
yazıtlarının okunanlarından ve toprak Altında kalıp da
bulunamıyanlar çıkarılırsa onlardan Tarhuntaşşa ve
Hititlerle ilgili
ayrıntıların açıklanacağını bildirmişlerdir. (S.320 ve
yapıtın son
sayfalan).
Yukarıdaki sözü edilen tablette anlatıldığına göre, I.
Suppiluliuma
Tuana'yı, oğlu Zida'nin yönetimine vermiştir. Sonra onun
yerine
Armatarhunda ve Muvatalli geçmişlerdir. J.G. Macçueen'in
yazdığına
göre de Mısır tehditleri kargısında Muvatalli başkenti
Tarhuntaşşa'ya taşımıştır. Tuana ile "Yukarı Ülke" arasında
bir
antlaşma yapılmıştır. Amaç, tampon krallıklar yaratılmasına
karşın
birlik sağlamak ve Ugarit'ten Anadolu'ya gönderilen ticaret
mallarının taşındığı yolda savunmayı elde tutmaktır.
Daha sonra Hartapuş, "Aşağı Ülke "nin kralı olmuş, ondan
sonra Tuana
'yi Kurunta ve Nerikkai yönetmiştir.
İÖ 1100'lu yıllarda Latin yazar Solinos'un anlattığına göre,
Geç
Hitit'lerin zamanında Hitit İmparatorluğu askeri yönden bir
federasyondur. Tuana başkent konumunu sürdürmüştür. 24 küçük
krallıktan oluşan Geç Hitit Devletlerinden Tabal Kralligi
zamanında
Tuana'nın sınırı güney batıda Heraklia (Ereğli) dahil Konya
ovası
Lykonia'ya, kuzeyde Nevşehir, Kayseri'ye, güneyde Zeyve
Höyük'ten
Kilikya'ya dayanmaktadır. Bu yıllarda Tuana'nın Phrygia,
Nil, Asur,
İran’la ticareti artarak gelişmiş-tir. Onlara işlenmiş
demir,
gümüşten yapılmış araç gereçleri, at, yün gibi ürünleri
satıp
karşılığında dokunmuş kumaş ve giysiler almışlardır.
Tabal krallarından "Ebedi Kaya Anıtı”nda görüldüğü gibi,
Giysisi
Phryg soylularının giyimlerine benzeyen Tuana kentinin Kralı
Urpalla
- Kuvappala - Varpalawa (İÖ 740-717) kuşak hizasına
kaldırdığı sağ
elinde üzüm salkımı, başına doğru kaldırdığı sol elinde uzun
başak
demeti tutan, tanrılar arasında etkin olan Bereket, Doğa
Tanrısı
Teşup un huzuruna varmış, verdiği bu ürünlerden dolayı ona
saygılarını sunmuştur... (Asur belgelerinde Tanrının adı
Varbalawa'dır, Bor ve Andaval'dan ele geçen Hitit resim
yazılarında
ve Bilge Umar’ın "Karia" adı yapıtında Baş Tanrı Tarhun
olduğu
yazılıdır. O iri kiyim, dev gibi biridir. Luviler ona Sanda -
Şantaş
- Adra - Sanda, Fırtına Tan¬rısı Teşup, Tabalar ise Büyük
Kral
Waşşume, Ana Tanrıça'ya Kybele-Kubala, Ana Kraliçe'ye
Tavananna"
demişlerdir).
"Divan-i Lugat-it Türk" adlı yapıtında Kaşkarlı Mahmut
Tarhun adının
Türklerde birçok komutanlara verildiğini, "egemen olan"
anlamında
bir sözcük olduğunu yazmıştır. Gürcü dilinde Tarhun'a
Tarhunia
denmektedir ve bitki tanrısı olduğu kabul edilmektedir).
IS 17. yüzyılda ünlü Türk gezgini Evliya Celebi Ivriz
Kabartması'nı
gidip görmüş. Resim hakkında, mahalli Kral Varpala-wa'nın
Fırtına
Tanrısına tapındığını yazmış, Ivriz sözcüğünün eski dilde
"bey kral"
anlamına geldiğini belirtmiştir.
İvriz'deki kaya yüzeyindeki
kabartma resimden Tuana Çevresinde ayrı
ayrı yerlerde beş tane vardır:
Biri, Güney Kapadokya bölgesinde bulunan Ereğli İvriz'den
(Kybistra)
çıkan bol, gür suyun üzerindeki - Torosların uzantısı Aydos
Dağı’nın
eteğinde - Koca Burun Kayası’nın yüzeyindedir. Kayanın
Altından
Konya-Ereğli’yi (Herakleia) sulayan Ivriz Çayı çıkmaktadır.
Diğeri
buraya yakın Karanlık-Ambar Dere'de bir kayanın yüzeyinde,
öteki
Tuana'ya 10 km. uzaklıktaki Gökbez köyünde bir kayanın
yüzeyinde,
bir başkası Niğde'ye yakın Andaval'da ele geçmiştir. şimdi
Niğde
Müzesi’ndedir. (Ben bunların dördünü de gördüm).
Sonuncusunun Bor -
Keşlik köyündeki Stel'de bulunduğunu H. Emin Atlı'nın
"Geçmişten
Günümüze Bor" adlı kitabından okudum.
Bu birbirine benzeyen kaya yüzeyinde kabartma resimler İÖ
764-728
yılları arasında yaşayan Tuana Kralı Urpalla'nın
(Varpalawas)
emriyle yapılmıştır.
Kabartmadaki resimler o devirdeki sanatın bir göstergesidir.
Tuana'nın tarihteki önemini belirtmektedir. Bunlarda
canlılık,
hareket, etkileyici kompozisyon görülmektedir. Tanrının
burun
kanatları etli, dudakları kalındır. Gözleri iridir. Ayakta,
yana
dönmüş, durumda Tuana Kralı Urpalla'ya bakmaktadır. Sade
giyimlidir.
Etekliği dize kadar inmekte, eğimli, iki yandaki uçtan dışa
kıvrımlıdır. Kemeri beli sarmaktadır. Bacakları açıktır.
Adaleleri
kalın ve çıkıntılıdır. Ayaklarında şeritlerle topuğa
baglanmış,
yarim bot vardır. Bir ayağın altında üzüm çubuğu, diğerinde
buğday
sapı bulunmaktadır. Boyu 4.15 mı’dır. Bileklerinde sade
bilezikler
vardır. Başımdaki basık, kenarları kıvrık külahın çevresinde
taç ve
güç simgesi olan küçük boynuzlar görülmektedir. Tarihgi F.
Senan'a
göre, arkasında bulunan yazıtın birinci satırında "Sandes,
W",
ikinci satırında,, "Ayminyas" okunmuştur (Tarihte Ivriz,
1949).
Kral Urpalla'nın uzun, manto ve tuniği andıran giysisi 10.
yüzyıl
stilinde, kare içinde noktalar, eşkenar dörtgenler,
eğrilerle iğne
oyası gibi süslenmiştir. Başı tanrının omuz hizasındadır.
Boynunda
genişçe bir gerdanlık, bileklerinde bilezik takılıdır. Boyu
2.62
ın.'dır. Giysilerindeki islemelerle Gordion'da bulunanlar
arasında
benzerlik bulunmaktadır. Bu durum, aynı uygarlığın sanatsal
yönden
birliğini kanıtlamaktadır.
Niğde ile Köşk Höyük arasındaki Humam Tepe ve Bor -Bahçeli
Beldesi'ndeki Iftiyan Tümülüsünü Tuana Kralı Urpalla kendisi
ve oğlu
için yaptırmıştır. Gordiyon Kralı’nın yaptırdığı tumulüsle
buradaki
tumulüslerden çıkarılan buluntuların birbirine benzedikleri
görülmüştür.
Yukarıda da anlatıldığı gibi Tarihçi Prof. Ekrem Memiş'in
yazdığına
göre İmparatorluk "Yukarı Memleket" ve "Aşağı Memleket" diye
ikiye
ayrılmıştırmıştır. Valilerin yönettikleri yerler askeri ve
idari
yönden iki ayrı devlet sayılmışlardır: Piyadelerden,
süvarilerden,
atla çekilen arabalardan, kale muhafızlarından sorumlu
olmuşlardır.
Hititlerin koydukları 147 yasa kadın, erkek hakları,
evlilikle
ilgili yasalar, ceza yasaları "Aşağı Memleket" Tuana''da da
uygulanmıştır. Ölüm cezası kaldırılmıştır. Bunun
karşılığında ya
tazminat alınmış, ya da o kişi köle olarak kullanmışlardır.
Herkes
yasaların tanrılar tarafından getirildiğine inandığı için
bunlara
itiraz etmeden uyulmuştur. Bugün de yöremizde bu yasalardan
bazılarının gelenek halinde sürdürüldüğü gözlenlenmektedır.
Tuana 'da Lui dilinin etkisinde kalmış Hititçe
konuşulmuş-tur. Yazı
olarak Hitit İmparatorluğunda çivi yazısı ve Hitit resim
yazısı
kullanılmıştır. Tarım ve hayvancılık çok ilerlemiştir.
Tarlalar
sabanla sürülmüş, buğday ve arpa çokça ekilmiş, kaldırılan
ürünler
büyük küplerde saklanmış, meyve ve sebze bol bol
yetiştirilmiştir.
Et, süt ürünleri, balcılık artmıştır.
Yerleşim yerlerinde evler, aralarında boşluk bırakılmadan,
avlu ve
iki oda, kilden yapılmış, oturaklı banyolar kullanılmıştır.
Zemine
ya dövülmüş toprak ya da taş döşenmiştir. Yollarında
kaldırim,
drenaj kanalları, kimi yerleşim yerlerinde kanalizasyonlar
bulunmuştur. Su uzaktan künklerle getirilmiştir. İnsanlar
çok
tanrılı dine ve öldükten sonra dirilmeye, Baş Tanrı Teşup'a
ayrıca
gök, güneş, aşk, dilek tanrılarına inanmışlar, tapınaklarda
ve
törenlerde giyime ve düzene özen göstermişler, takılar takip
güzel
kokular sürünmüşlerdir.
Ölüler yakılmış, külleri gömlekte saklanmıştır. Sonra evlere
yakın
olan gömütlerde ölüler taş sandık mezarlara, bazen de büyük
küplere
konulmuştur.
Halk soylular, rahipler, komutanlar, yerli halk, köle ve
tutsaklar
olarak sınıflara ayrılmıştır.
Tuana çevresinde sünnet olma geleneği Hititlerden bu yana
devam
etmektedir.
Hitit tabletlerini okuyan Ahmet Ünal, "Hitit Devrinde
Anadolu Kitap
2"de Hititlerin edebiyatı politikayı alet etmede özel
becerilerinin
olduğunu anlatmiştır. Ayrıca müzik, dans, folklor konularına
da
dikkat çekmis, ve destan, fıkra, masal, efsane ile
atasözlerinden
örnekler vermiştir.
Ayhan Şahenk Vakfı tarafından yayınlanan Kapadokya adlı
yapıtta da "Kapadokya'da
tablet ve seramikçiliğin üst düzeye çıktığı ve Nahita
çevresinde
kurulan Tabal Kralığının Başkenti Tuwanawa'da su yollarının
ünlü
olduğu" vurgulanmaktadır...
İ.Ö 9. ve 7. yüzyıllarda Asya kökenli Tabalılar ile
Phrygiahlar
aralarında koalisyon kurmuşlardır.
İ.Ö 743'te Asurlular Anadolu'daki Tabal ve Urartu
devletlerini ele
geçirmişler, Mısır’ı almışlardır. Ama, yüz yıl sonra Kral
Sarakos
Persler'e yenilmiş ve onların bir eyaleti olmuştur.
Ksenophon Anabasis adlı yapıtında, "Kilikia'nin kuzeyinde
yer alan
Lykonia'da bağımsız dağlıların yayamadıklarını" yazmıştır.
İÖ 730 yılında Tuana'da "hiç kimsenin oğlu" Hulli, ardından
Mita ve
Ambaris başa geçmişlerdir.
İÖ 714 yılında Küçük Asya, Kafkas'lar ötesinden ve güney
Rusya'dan
dalga dalga gelen Kimmerlerin saldırısına uğramıştır.
Phrygleri
yenmeyi başaramayan Kimmerler Lidyali'ların başkenti Sart
nehrini
almışlar. (Bir başka kaynakta ise İÖ 684 yılında Kimmerler
(Güney
Rusya kökenli halk) Anadolu'ya gelip Phrygleri sürüp
çıkarmışlar,
Kral Midas’ın ölümüne neden olmuşlardır).
İÖ 679'da (bir kaynakta 660) Asur Kralı Asarhaddon'la
Lidyalilar
birleşerek Kimmerleri Kapadokya'da durdurmuşlardır. Daha
sonra Lidya
Kralı Giges bunları yenerek Toroslardan gerilere
atmışlardır.
Bunun üzerine Taballar Torosların kuzey ve güneyinde olmak
üzere
ikiye bölünmüşlerdir.
İÖ 620'de Persler Kimmerler'le işbirliği yapıp Anadolu'daki
Asur
hakimiyetine son vermişlerdır.
İÖ 612'de Persler Asur'u ele geçirmiş, Lidya'yı
yenmişlerdir. 546'ya
gelindiğinde (bir kaynakta 539) Persler Karia'dan Kilikya'ya
değin
tüm Anadolu'ya hakim olmuşlardır.
İÖ 585'te (diğer bir kaynağa göre İÖ 546) Lidya ve Phrygia
devletlerinin Perslere yenilmesinden sonra, Iran şahı
Daryüs'le (İÖ
513) başlayan, Anadolu ve Trakya’yı içine alan Pers
egemenliği 200
yıl devam etmiştir. Daryüs Sus'tan Sart'a kadar uzun bir yol
yaptırmıştır. Bu yol üzerinde posta merkezleri kurulmuştur.
IO 560-52 Kros’un kurduğu Pers İmparatorluğu satraplıklara
(vilayet)
ayrılarak yonetilmiştir.
İÖ 401 yılında kardeşine başkaldıran Iran askeri valisi genç
Kyros
birçok yerleri alarak Tuana'ya gelmiş, "Burası kalabalık,
büyük,
zengin bir kent" dediği yerde üç gün kaldıktan sonra Gülek
Boğazı'ndan Tarsus'a geçmiştir. Eylül ayında Basil’de Iran
ordusu
ile çarpışırken ölmüştür. Başını Karialı bir asker
kesmiştir. Bu
olaydan sonra Helen, Sparta, Iran arasında yapılan savaşlar
koy koy,
kent kent uzunca bir zaman sürmüştür. Birçokları yağma
edilerek halk
canından bezdirilmiştir.
IO 431- 434 Atina ile Isparta savaşmışlardır.
İÖ V ve IV yüzyıllarda Helenler Özellikle Atinalılar
tiyatro,
felsefe, güzel sanatlarda çok ilerlemişlerdir. Ünlü kişiler
yetişmiş,
tiyatrolar için komedi, trajedi, dram türünde yapıtlar
yazılıp
oynanmıştır.
IO 372'de babası Karialı Kapadokya Satrap 'ı(valisi) Datames
Perslere karşı koymuştur. Savaşı kazanmış, güçlü bir
Kapa¬dokya
devleti kurmaya çalışırken düşmanları tarafından pusuya
düşürülerek
öldürülmüştür.
IO 359 yılında Makedonyalı Filip Atina’yı yenmiştir. Onun
336'da
ölümünden sonra oğlu İskender kral olmuş. Aristo'dan ders
alan
sporcu, cesur, genç kral önce Balkanlardaki ayaklanmaları
sindirmiş,
sonra 30 bin asker, 6 bin atlı, 160 gemiden ibaret güçlü
donanmasıyla Çanakkale Boğazı'ndan geçerek Anadolu'daki Pers
yönetimine son vermiştir. Tüm Ege kıyılarını aldıktan sonra
Dinar ve
Polatlı’dan sonra Gordion'a gelmiş, burada bir süre
konaklamış;
oradan Tuana'ya gelerek buranın yönetimini en güvendiği
komutanı
Ömen'e (Eumenes) bırakmıştır. O da Tuana çevresine Makedonya
ve
Yunanistan'dan getirdiği göçmenleri yerleştirmiştir.
Ereğli’ye kadar
uzanan ovaya kendi adını vermiştir: Ömen. (şimdi Emen
Ovası).
Büyük İskender Tuana 'dan sonra Tarsus'a varmış. Kilikya'da
İran
Hükümdarı Daryüs'u yenmiş, ardından Mısır’a kadar olan
yerleri alıp
Mısır’a girmiş, sonra doğuya yönelmiş, İran’ı ele geçirmiş.,
Hindistan'a dek gitmiştir. İran’da bir süre kaldıktan sonra
Babil'e
gelmiştir. Yorgun düşen Buyixk İskender hastalanıp 33
yaşında
ölmüştür. Ondan sonra komutanlar imparatorluğu paylaşmışlar.
Makedonya, Anadolu, Bergama, Iran ile Misir devletleri
krallıkla
yönetilmiş. Aralarında anlaşmazlık çıkınca savaşmaya
başlamışlardır
(İÖ 322).
Tuana'yi yoneten Ömen Kilikya'da Antigones'le garpişirken
askerleri
tarafmdan yakalanarak duşmana teslim edilmiş. Yakılıp
külleri eşi ve
çocuklarına gönderilmiştir (İÖ 316).
Krai Ptoleme Iskenderiye'yi ve Bergama'ya güzel yapıtlarla
bayındır
duruma getirmiştir.
İÖ 280-230 Helenler zamanında Tuana parlak donemlerden
birini
yaşamıştir. Insanlar arasmdaki dırlik-düzen, birlikte
gahş-ma
anlayişi pekişmiştir. Yunan alfabesi ve sanatı kullanılmaya
başlanmıştır. Tuana 'da (Bahçeli-Kemerhisar) o devre ait
Yunan
Mitolojisini betimleyen taşlar üzerinde kabartma resimler,
Köşk
Havuz'da Iyonik stilde sütun başlan bulunmuştur.
Daha sonra Makedonlarla Persler aralarmda anlaşmişlar, Kral
Ariarates Kapadokya Kralı olmuştur. Onun devrinde Tuana daha
da
gelişerek önemli kentlerden biri durumuna gelmiştir.
İÖ 129'lu yıllara gelindiğinde Küçük Asya'dakarışıklıklar
baş
göstermiştir: Niğde ve çevresi önce Pontus Krallığı, sonra
Ermeni
Krallığı tarafından alınmıştır. Bu iki krallık Anadolu'ya
hakim
olmaya başlayan Romalıları hayli uğraştırmışsa da sonunda
Romalılar
egemen olmuştur. Suriye ve Isa'nın doğduğu Kudüs de
Romalıların
sınırları içinde kalmıştır.
Hıristiyanlığın ilk yıllarında, Havari S. Paul Anadolu'da
Hıristiyanlık dinini yaymaya başlayınca Romalılar bu dine
inananları
korkutmuşlar, onlar da gizlenmek, saklanmak zorunda
kalmışlardır.
İşte, bu nedenle Niğde çevresinde yeraltı kentleri
kurulmuştur.
Hıristiyanlığın gelişmeye başladığı yıllarda Hıristiyanlığı
benimseyenler Niğde'nin Kayardı vadisindeki volkanik tüfler
içine
oyulan kaya mağaraları ve Kayabaşı Mahallesinde buna benzer
oyulmuş
kayaları kilise olarak kullanmışlardır.
Roma Donemi (İÖ 30-395)
Roma zamanında Anadolu, tarihinin önemli dönemlerinden
birini
yaşamıştır. Tuana yöresinde, Özellikle Kemerhisar
Beldesi'nde yoğun
bir yapılaşma başlamıştır. Kent, çevresiyle birlikte
büyümüş,
bayındır, bir konuma gelmiştir.
İÖ I. yüzyılda Roma Imparatoru Jul Sezar batıda ve
Anadolu'da
yaptığı savaşları kazanmış, "Geldim, gordüm, yendim"
(veni,vidi,vici)
demiş, sonunda yakinlarmm hazırladığı bir komploda
öldurülmuştur.
Yerine geçen Antuvan'in serüveni Mısır'da devam etmiş;
ardili olan
Oktav Mısır'ı Roma'nın bir ili yapmıştır. Onun zamanında Isa
dünyaya
gelmiştir. Bundan sonra imparatorluğun başına geçen Ogüst
başarılı
bir yönetimle barış içinde düzeni sağlamış, güçlü bir ordu
kurmuştur.
Anadolu'ya hakim olan Romalılar burada sanat ve mimarideki
ustalıklarını göstermişlerdir. Heykeltıraş, oymacılıkta,
kuyumculukta, vazo ve çömlek yapmakta ileri gitmişlerdir.
Kentleri
yollar, köprüler, kanallar, hamamlar, su kemerleri, su
depoları,
sarnıçlar, tiyatrolar, tapınaklar, saraylar... görkemli
yapıtlarla
donatmışlardır.
Hıristiyanlık ilk yıllarda tepki ile karşılanmıştır. Roma'da
yönetimi eline alan Neron acımasız hareketlerde bulunmuştur.
Bu
durum, bazen azalıp bazen artarak 4. yüzyıla, İmparator
Konstantin
zamanına dek sürmüştür.
iS I. yüzyılda Tuana'ya gelen Roma Osep Tuana'ya Osepya
olarak kendi
adını vermiştir. Bu tarihlerde Kral Taos şimdiki Köşk
Höyük'ün
bulunduğu yerden çıkan suyun başına Jüpiter adına bir mabet
yaptırmış ve sikke bastırmıştır. Tuana'nın su gücüyle
işleyen
değirmenler de bu dönemde yapılmıştır. Ama eldeki kıt
bilgiler
nedeniyle tanrı Jüpiter'e ait mabedin yeri bugüne dek
saptanamamıştır.
O günlerde bölgede tek tanrı inancını benimseyen halka
zulmedilmeye
başlanınca, onlar da yer altına kentler yapıp buralara
sığınak
zorunda kalmışlardır.
O sıkıntılı günlerde Tarsuslu Aziz Pol (Saint Paul) köyleri
gezerek
konuşmalarıyla yoksul halkı etkilemiş, onları düşünsel
yönden
rahatlatmıştır.
Tyanalı Apollonius (Apollon), Hıristiyanlığın yayılmaya
başladığı 1.
yüzyılda Tyana 'da doğmuştur. Mucizeler yaratan, ermiş,
bilge,
mürşit (yol gösterici), şifa da-gitici, kurtarıcı,
hoşgörülü,
özverili, cesur, eleştirmen, sevilen, sayılan bir kişi
olarak
tanınmıştır. Halk arasında ona sihirbaz diyenler, insanlar
salgın
hastalıklardan, fırtınadan, su baskınından kurtardığına,
Zeus'un
oğlu, insan suretinde tanrı olduğuna inananlar olmuştur.
Usta
büyücülüğünden dolayı zindana atılmış, işkence edilmiştir.
80 kadar
mektubu, Sihir, Gezegen ve Tılsımlar üzerine yazdığı
kitapları
yakılmış, büstleri kırılmıştır.
Büyük Konstantin'ın IS 325 yılında İznik’te topladığı
Konsil'de
Hıristiyanlığın devlet dini olmasından sonra Apollonius,
ortaçağda
kiliselerin aldığı bağnaz kararlar sonucunda uzun sure
unutulmuştur.
Oysa asil amacı insanları aydınlatmak, onlara doğru yolu
göstermek,
sevgi ve kardeşlikte birleştirmek, onları bu yolda
eğitmekti.
Araplar onu hiç unutmamışlar, mucize yaratan insan olarak
takdir
etmişler, ona Balinus diyerek Bahailik'in babası
saymışlardır.
O, Anadolu'da Tarsus'ta öğrenim gördüğü yıllarda parlamış,
Antakya
ve Urba’da kalmış, sonra Rodos, Suriye, Misir, Babil,
Keşmir, Atina,
Roma'da bulunmuştur. Babil, Avrupa, Afrika, İran’dan
Hindistan'a dek
birçok yerleri gezmiş, yabancı diller bildiği için
oralardaki
insanların dinlerini incelemiş, onlara kendi düşüncelerini
aktarmıştır. Her şeyden önce onlardan temiz olmalarını
istemiş, her
yerde sevgi, saygı görmüştür.
O, vejetaryen olarak ot ve bal yemiş, yüz yıl kadar
yaşamıştır.
Efes'te ölmüştür. Sonradan birçok büst ve heykelleri
yapılmıştır.
Onunla ilgili Fransa'da, Almanya'da, İtalya’da,
İngiltere’de,
Amerika'da, Yunanistan, Hollanda ve Finlandiya'da toplam
150'ye
yakın kitap yazılmış, İlkeleri, kuralları, görüş ve
düşünceleri
irdelenmiş, İncil’le karşılaştırılmıştır.
Hayranlarından İmparator Septimus Severus onun için bir
mabet
yaptırmış, eşi İmparatoriçe Julia da onun yaşam oyküsunü
anlatan bir
kitap yazmıştır.
Venedik Üniversitesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Asim
TamşTanış
Roma kaynaklarından öğrendiğine göre "Tyana, filozof
Apollonius'la
tanınmıştır" demektedir.
2000 yıl önce Apollonius bizim topraklarda yetişmiş, tüm
insanların
sevgi ve kardeşlikte birleşmelerini İlke edinmiş, tanrının
özgün
niteliklerini özümsemiş, dünyaca tanınan ovünç duyduğumuz
gök
değerli bir bilgin, bir dahidir.
Sarol Teber 'Melankoli' adlı
yapıtında, ikinci yüzyılın ilk
yarısında yaşayan Kapadokyalı filozof hekim Aretaus'tan
bahsetmiştir.
Yaşam öyküsü üzerine yazık ki pek fazla bir şey
bilinmemesine karşın
onun çağının en hümanist hekimi olduğuna değinmiştir.
Özellikle
melankoli üzerindeki tanılarını anlatmış, bu konuda
"sevgi-aşk
nedeniyle ortaya çıkan melankolik durumları anlatan İlk
hekim"
olduğunu yazmiştir. Aretaus, melankolik olanlara "hiçbir
şeyi zorla
yaptırmaya çalışmamak gerekir" demiştir. Onlara hafif
yemekler
yemesi, şarap içmemesi, bağırsaklarını boşaltması gibi
önlemleri
salık vermiştir. Kapadokyalı Aretaus'a göre, "sevgi ve
cinsel ilişki
sağaltımda unutulmaması gereken önemli noktadır. Bu tür
hastalarda
öfke, hüzün, çökkünlük, uykusuzluk, korku, boşluk
duygusu, ikinci aşamada aşırı heyecan, aşırı hareketlilik,
insanlardan kaçma, intihar etme gibi bedensel ve ruhsal
olarak
görülen belirtiler için psikoterapi önemlidir."
Kapadokyalı Aretaus'un yapıtları Latinciye çevrilip
yaygınlaşmış,
adı unutulmayanların arasına girmiştir.
"Niğde Tarihi" yazan Albert Gabriel'in anlattığına göre, IS.
2.
yüzyılda gelişen Tyana bölgesinde Jüpiter Mabedi'nin
bulunduğu yere
yakın olan iki küçük göl bulunmaktadır: Dipsiz ve Kaynarca
gölleri.
İmparator Traianus'un (98-117) zamanı Roma İmparatorluğunun
altın
çağı sayılmaktadır. Doğuda Ermenistan Devleti Ka padokya'ya
bağlanmıştır. Kilikya'da ölen bu imparatordan sonra akrabası
Hadrianus (117-138) imparator olmuştur. Anadolu'ya eşi
Sabrina ile
iki kez geziye çıkan, her iki gezide de Tuana'ya uğrayan
Hadrianus'un yönetiminde Kapadokya'da tarıma ve hayvancılığa
önem
verilmiştir. Adalet, vergi toplama işleri, pos¬ta örgütü ve
askersel
durum düzene girmiştir. Onun zamanında Hierapolis
(Pamukkale) ve
Babadağ'ın güneyinde Aphrodisias gibi Tuana'yı da görkemli
anıtlar
süslemiştir. Bunlar arasında "Köşk", kenarları süslü 60x90
cm.
dikdörtgen blok taşlardan örülen 62x20 m. çapındaki havuz,
üzerinde
su olukları bulunan 150 m. uzunluğundaki kemerler, Hadrian
hamamı,
gymnasion, mabet, kentin iki-üç kapılı surları ilk akla
gelenlerdir.
İS 2. yüzyıldan sonra Tuana'da Kral Hadrianus'tan başka nice
krallar,
nice büyük komutanlar gelip geçmiştir: Sasani Şahpur'la
savaşan,
Kapadokya'yı yağmalayan Goth sürülerini bu¬radan sürüp atan
İmparator Valerianus, 75 yaşında Tuana'da ölen Tacitus,
Mısır'dan
sonra Kapadokya'ya giren Zenebia gibi...
İS. 267'de Roma İmparatoru Aureliano, Suriye'deki Palmira
kralı
Zenobia'dan Tuana'yı aldıktan sonra Apollonius için bir
mabet
yaptırmıştır. Karısı da onun hakkında bir kitap yazmıştır.
(Bu bilgi
yukarıda Apollonius tanıtılırken şu şekilde verilmiştir:
İmparator
Septimus Severus ve eşi Julia...)
İS 2 - 3. yüzyıllarda tarihçiler, Tuana'nın lojistik yönden
donatılmış, kültürel ve tecimsel alanda çok gelişmiş
olduğunu
bildirmişlerdir.
Şarl Texier'in anlattığına göre, uzun süre Romalıların
yöne¬timinde
kalan Tuana güzel kentlerin arasında yer almıştır. Han¬ları,
hamamları, aşevleri, çiçekli yollarıyla bayındır durumdadır.
Kemerhisar'ın şimdiki Han Mahallesi'nde o zamanlar devlet
daireleri
bulunmaktadır. Sur içine alman kente 4 kapıdan
giril¬mektedir. Giriş
kapısı üzerinde taştan su içen iki tavus kuşunun resmi
vardır.
Köşk'teki Jüpiter için yapılmış ünlü mabedin altından
kaynayan
kutsal su Tuana 'nın can damarıdır. Bu suyu Roma
İmparatorluğunu
yöneten krallardan Pampulus, Trayanus ve Hadriyanus
kemerlerin
üzerindeki oluklardan akıtarak 2 km. uzaktan Tyana'ya
getirmişler ve
rivayete göre yağmur gibi yağ¬dırarak tanrılık iddiasında
bulunmuşlardır.
Bu üç imparator Köşk Pınar'ın yakınma bir köşk, 20x62 m.
genişliğinde dikdörtgen bir havuz yaptırmışlar; buradan
çıkan suyun
bir bölümünü Saray Camii'nin 200 m. aşağısından baş¬layan,
temeli
dört m. derinlikte, sarımsı, sert ve büyük trakit taşlardan
yapılan
oluklu kemerler üzerinden akıtarak Tyana'ya
ulaştırmışlardır. Bu
suyun akışından hesap çıkaran Alman Arkeolok Dietrich
Berges, o
zamanlar kentte 30 bin nüfusun yaşadığını, suyun temizlikte,
mabetlerde, han ve hamamlarda, tarım alanlarında
kullanıldığını
bildirmiştir.
Şimdi o kemerlerden zamana direnerek ayakta kalanlar
Kemerhisar
Beldesi'ni Bahçeli Beldesi'nin Saray Mahallesi'ne bağlayan
yol
üzerindedir.
Köşk Havuz'dan ele geçen, üzerinde kartal resmi olan taşlar,
su
perilerine ait alınlıklar, altın yüzük ve 1936 yılında
yapılan
kazıda ele geçen altın yılan... Niğde Müzesi'ndedir. O
devirlerle
ilgili elden ele geçmiş başka değerli belgeler kimbilir
şimdi
kim¬lerin elindedir? Nerelerde saklanmaktadır?
Sonuç olarak Romalılar zamanında varsıl bir kent olarak
tanınan
Tuana - Tyana'da özel sikke bastırılmıştır. Kültürde olsun,
tarımda,
hayvancılıkta olsun kent çok ileri gitmiştir. Nüfusu hızla
artmıştır.
Emen Ovasında yüz kadar köy, kasaba kurulmuştur. Her yıl
şarap
tanrısı Dionysios adına bağ bozu¬munda (tiyatro - komedi
türü)
eğlencelerin yapılması gelenek haline gelmiştir
Kemerlerin yanından Köşk'teki tapmağa giden yolun
kenarrındaki
çiçeklerle süslü, bahçeli evlerde rahip ve rahibeler
ya¬şamışlardır.
Çiftçilik ve bağcılık yapılan alanlar genişletilmiştir.
Tuana-Tyana
üretimi yapılan ekşi şarabıyla da ününü duyur¬muştur. Demir
ve tunç
işçiliğinde çalışan ustaların yaptıkları çanlar, kazmalar,
balta ve
testereler her yerde aranır olmuştur. Düzenlenen tören ve
şenlikleri
uzak yerlerden gelen pek çok insan izlemiştir.
Tarihçi Ramsay ile Avram Galanti'nin yazdıklarına bakılır¬sa
o
zamanlar Jüpiter tapmağının bulunduğu Köşk'e 30 - 40 km.
uzaktan,
kanalla ayrı bir su getirilmiştir. Niğde'nin doğusunda Eski
Gümüş
Beldesi'nin üzerindeki Dumlu denilen yerden çıkan bu su,
İtulutmaz
dağının etekleriyle Humam'dan (Göbeklidağ) ve Sazalca
köyünün
kuzeyinden geçirilip Niğde'ye 16 km. uzak¬lıktaki meşhur
Roma
Köşk'ten çıkan suya karıştırılmıştır. (Bu suyun aslı,
1930'larda
benim gördüğümde Toroslardaki Dumlu yaylasında, tabanı kum
olan,
mağara gibi karanlık bir kaya kovuğundan kaynayarak
çıkmaktaydı. Buz
gibi soğuk olan su, başlangıçta kargın durumda 15 - 20 m.
güneye
doğru gittikten sonra kıvrılıp bir çağlayan halinde kendi
açtığı
kanaldan hızla Niğde'nin Eski Gümüş köyüne doğru
akmaktaydı).
Köşk Pınar'a karışan bu suya ait şöyle bir rivayet vardır:
Çobanın
biri Dumlu'dan çıkan suya kavalını düşürmüş, bir gün sonra
bakmışlar
ki ne görsünler? Aynı kaval Köşk'ün suyundan çıkmıştır...
İS III. yüzyılda Kral Caracalla (Karakalla) döneminde Gü¬ney
Kapadokya Roma'nın bir eyaleti olarak doğrudan doğruya Roma
Senatosu'na bağlanmıştır. Her yerde halka eşitlik
sağlan¬mıştır. (Bunu,
Ferudun Fazıl Tülbentçi Vatan Gazetesinin Niğde ilavesinde
yazmıştır.)
Bilge Umar da ilkçağda Türkiye Halkı adlı yapıtında
Caracalla'nın
kan dökücü, dengesiz, hasta biri ol¬duğunu, askerlerden biri
tarafından öldürüldüğünü, Tuana'nın il olarak İsa'nın
doğumundan 17
yıl önce İmparator Ogüst za¬manında, Roma'ya bağlandığını
bildirmiştir (s. 530).
İS 3. yüzyılda Kral Trayanus ve Hadriyanus döneminden sonra
da
Anadolu'da Hıristiyanlığın yayılması kimi zaman artıp
hızlanmış,
kimi zaman yavaşlamıştır. Bazı imparatorlar hoşgö¬rülü
davranmış,
bazıları sert; kimileri de Hıristiyan olmayanları işkence
ederek
öldürtmüştür. En amansız davranan İmparator Teodosius
olmuştur. Onun
zamanında ilk tapmaklar yıkılıp ha¬rap edilmiştir.
Başlangıçta bölgede Hıristiyanlara karşı sıkı bir koğuşturma
başlatılmıştır. Putperestlerin de yardımlarıyla Anadolu'da
Hı¬ristiyanlık yasaklanmıştır. Hıristiyanlar arasında
yeniden
put¬perestliğe dönenler görülmüşse de kimi Hıristiyanlar
kurtuluşu
yeraltı kentlerine saklanmakta bulmuşlardır. Tek ya da
gruplar
halinde inzivada çilekeş yaşantıyı seçenler olmuştur.
İS 303 - 311 yılları arasında da puta tapanların sert
işken¬celerine
katlanamayan Hıristiyanlar, ilk zamanlarda olduğu gibi,
Tuana
bölgesinde İftiyan ve Salmanlı'daki mağaralara, kaya
kovuklarına,
Peldaacı'nda yaptıkları yeraltı tünellerine, Derinkuyu ve
Kavlaktepe'deki ustaca oyulan yeraltı kentlerine
sığınmışlardır.
Yeraltı kentlerinin 13 kat altında ısı yaz-kış de¬ğişmeden,
akustik
düzen ve havalandırma sisteminin mükem¬mel çalıştığı
anlaşılmıştır.
İS 313 yılında bu durum İmparator Konstantin (Costantinus)
tarafından yayınlanan bir fermanla (Milano Fermanı)
değişmiştir:
İnsanlara anayasal haklar verilmiş, Hıristiyanlara ve
Putperestlere,
çok tanrılı dinlere özgürlük tanınmıştır. Bu hoşgörüyle
ülkede
eşitlik, birliktelik sağlanmıştır. İmparator dinlerin
özellikle
Hıristiyanlığın koruyucusu olduğu sürece Kapadokya
bölgesinin din
işleri Tyana'daki başpiskopos tarafından yönetilmiştir.
Rahipler
örgütü insanların tek tanrı inancında birleşmelerine çaba
göstermişlerdir.
İS 330 yılında (Mayıs Ayının 11. günü) Roma İmparatoru
Konstantin
zamanında İstanbul'a Yeni Roma adı verilmiş, fakat daha
sonraları bu
adın yerini Konstantin Stin-polis almıştır. İstanbul adı bu
sözcükten gelmektedir.
İS 4. yüzyılda İmparator Valens (364 - 375) imparatorlukta
hoşgörü
ilkesini uygulamıştır. Başka bir kaynağa göre, Roma
İmparatoru zalim
Valens döneminde Kapadokya ikiye bölün¬müştür. Başkent Tyana
metropolitlik durumunu sürdürmüştür.
Bizans Donemi (395-1453)
İS 395'te İmparator Jüliyen'den sonra Teodisius zamanında
Roma
İmparatorluğu "Doğu Roma" ve "Batı Roma" olarak ikiye
ayrılmış, Batı
Roma'ya Teodisius'un oğlu Honoriyos, Doğu Roma'ya da diğer
oğlu
Arkadyus sahip olmuştur. Büyük Konstantin ve Kral Jüstinyen
(527 -
565) devirlerinde İstanbul askeri yönden, din ve bayındırlık
yönünden en parlak zamanını yaşamıştır.
Bundan sonra Tuana kent olarak Tyana adını almıştır ve
toplantıların
yapıldığı dini merkez olmuştur. İki yüz yıllık sürede
Kapadokya
bölgesinde başta Tyana yöresi olmak üzere Hıristiyanlığın
gelişmeye
başladığı görülmüştür.
İS 395'te Roma İmparatorluğu ikiye bölündükten sonraki
dönemde, Şarl
Texier "Küçük Asya" adlı yapıtında, Toros Kapadokyası'nın
kuzeye
doğru giden Semiramis Yolu'nun başkent Tuana'dan geçtiğini,
çok
işlek bir yol olduğunu yazmıştır. Dini Rahip Antimos'un
burayı
yönettiği sırada Horasan, Türkistan ve Hazer kıyılarından
gelen
Türklerin Bizanslılarla çarpıştıkla¬rını, galip gelerek
Kapadokya'yı,
Konya'yı, Herakle'yi (Ereğli), güneyde Kilikya'yı
aldıklarını
belirtmiştir.
İS 4. yüzyılın sonlarında da Tuana - Tyana'da başlayan
gelişme,
kültür, tarım, hayvancılık, yol ve ticaret yönünden en
yüksek düzeye
çıkmıştır. Nüfusta hızlı artış görülmüştür. (Yuka¬rıda
belirtildiği
gibi Tuana 'nın Omun (Emen) ovasına yüz kadar köy ve kasaba
kurulmuştur).
Tyana'nın Pompei örneği bir kent durumuna gelmesi için i
çalışılmıştır.
Tuana ile yakın ilişkisi olan Kral Yolu üzerinde bulunan
Faustinapolis'e (Başmakçı köyü) o zamanlar "Halala"
deniyormuş.
İmparatoriçe Faustina yolculuk sırasında burada ölmüş¬tür.
Helenlerin zamanında ünlü hatip Çiçeron'un Faustina'da
valilik
yaptığı söylenmektedir.
İS 437'de Attila Hun İmparatoru olduktan dört yıl sonra tüm
Avrupa'ya hakim bir duruma gelmiştir. Roma Attila'nın
karşısına
çıkmaya cesaret edememiş, Papa Leon'u ona ricacı olarak
göndermiştir.
İS 610 yılında Bizans ordusu yenilmiş, Anadolu Sasani ve
Perslerin (İran)
eline geçmiştir. Bizanslılar Sasaniler'in zaptet¬tikleri
yerleri
ancak 620 yılında geri alabilmişlerdir.
İS 640 yılında (Bazı kaynaklarda 647 olduğu yazılıdır).
Tuana
bölgesini İslamlaştırmak için yüksekliği 1200 m. olan "Gülek
Boğazı"ndan gelen Arap akınları başlamıştır. Bu akın¬lar 10.
asrın
başlarına dek sürmüştür. Bizans yönetimindeki Güney
Kapadokya'ya
Araplar dokuz kez hücum etmişlerdir. Bizanslılar savunmak
amacı ile
usta bir teknoloji kullanarak kaleler, gözetleme tepeleri,
kumpetler,
ateşle haberleşme kule¬leri, hisarlar, yer altı kentleri ve
istihkamlar, mağara ve tabyalar yaptırmışlardır. Hasan
Dağında
yakılan ateş Tuzgölü'nden ve Sivrihisar tepelerinden
görülmekte,
haberleşme Eskişehir üzerinden İstanbul'a ulaşmaktaymış.
Muaviye devrinde, Bizanslılardan başkent İstanbul'u almak
isteyen
Arap güçleri kenti kuşatmış olmalarına karşın (669) surları
aşamamışlardır.
706 yılında Arap komutanı Mesleme (Halifenin kardeşi) önce
Lülve
kalesini, ardından Tuana bölgesinde Tyana'yı kuşa¬tarak
sonunda ele
geçirmiş; ama çok geçmeden Bizanslılar geri almışlardır. Bu
arada el
değiştiren Tyana'ya Araplar bir cami yaptırmışlardır.
710 yılında Halife
Velit (Başka kaynaklarda 717 ve 755 yılında)
Tyana'yı ani bir hücumla teslim almış, yağmalamış ve geri
dönmüştür.
Bundan sonra Bizanslılar İslamlara karşı sınırlarını korumak
için
Tuana bölgesine Bulgar Türklerini yerleştirmişlerdir.
810 yılında (Bu tarih, Niğde Yülığı'nda 806, Niğde
Üniversitesi'nde
öğretim üyesi Faruk Yılmaz'ın "Niğde Tarihi" adlı yapıtında
797
yazılıdır). Abbasi halifesi Harun Reşit, 300 bin kişilik
orduyla
Anadolu'ya girmiştir. Önce Ereğli'yi almış; sonra eline
geçirdiği
tutsaklarla Tyana 'ya girmiştir. Getirilen tutsaklar
arasında kralın
oğlunun nişanlısı da vardır. Kral Ha¬run Reşit’e armağanlar
göndererek kızı geri vermesini istemiş, aralarında anlaşma
yapılmıştır: Kızın yerine Akabe'yi vermeleri koşulu ile kız
geri
gönderilmiştir.
Harun Reşit Tyana'yı bayındırlaştırmak için hayli
çalış¬mıştır:
Konaklama yerleri yaptırmıştır. Bir de cami yapılmasını
emretmiştir.
Önce Kapadokya'da askeri güçlerin komutanı iken sonra
Kraliçe
Teafonu ile evlenerek İmparator olan Nikefaros'la anlaşma
yapıp
Anadolu'dan ayrılmıştır. Bizans imparatoru Bul¬garlar,
Ruslarla
savaştıktan sonra Araplarla yaptıkları anlaşma¬yı bozmuş,
Tyana'yı
geri almıştır. Nikeforos'un güzel eşi Kra¬liçe Teafonu ise
sarayda
imparatora her istediğini yaptırmasına karşın türlü oyunlar
çevirerek aşkı uğruna sevmediği imparator Nikefaros'u
öldürtmüştür.
830 yılında bu duruma kızan Halife Me'mun komutanı Yahya bin
Aksem'in emrine büyük askeri güç vererek Tyana'ya göndermiş,
kenti
yakıp yıkmalarını istemiştir. Anlaşmak için elindeki 500
tutsağı
vereceğini söyleyen Bizans imparatorunun isteğine karşı
Halife,
Tyana ve Ereğli yöresindeki Rumların buralardan çıkarılması
şartını
koşmuştur. Anlaşamayınca ko¬mutanı Yahya bin Aksem'i vekil
bırakmış,
bölgeyi sıkı denetim altında tutmasını tembih etmiştir. Ama
çok
geçmeden Bizans imparatoru ile Halife arasında Lülve'de
(Ulukışla'nın
Çanakçı köyündeki kale) savaş başlamıştır. Halife'nin
güçleri Lülve
Kalesi'ni alınca İmparator Teofılos'un barış önerisini yine
kabul
etmemiş,
Tyana'ya yönetici olarak oğlu Abbas'ı göndermiştir.
Tyana'da yönetimi ele alan Abbas Filistin, Bağdat, Mısır ve
Elcezire'den ustalar ve işçiler getirtmiş; daha önce
yapılmış
yerlerde büyük çapta onarım başlatmıştır. Usta ve işçi
sesleriyle
yankılanan Tyana 'da 4 kapılı surların üzerine hisarlar
kondu¬rulmuş;
bir de cami yaptırılmıştır.
Halife Me'mun Tyana 'da son durumu gördükten sonra
Ara¬bistan'a
dönerken kardeşi Mu'tesim'le Toroslardaki Şeker Pınarı'nda
mola
vererek eğleşmiştir. Ayaklarını dinlendirmek için soğuk suya
sarkıtmıştır. Canı taze meyve istemiş, postacısı ha¬zırda
olan iki
sele (sepet) taze hurmayı getirmiştir. Halife suyun içinde
soğutulan
hurmadan kardeşiyle birlikte çokça yemiş, üze¬rine buz gibi
sudan
kana kana içmiştir. Ama az sonra rahatsız¬lanmış, ateşi
yükselmiş,
felç olup ölmüştür. Cenazesi Kilikia'nın başkenti Tarsus'a
getirilip
Hakman'ın evine gömülmüştür.
Bu olay, Müneccimbaşı çevirisi 2. cilt, 127. sayfada şu
biçim¬de
anlatılmıştır: Halife Me'mun oğlu Abbas'la yakılıp yıkılan
Tyana'yı
uzaklardan getirtilen işçi ve ustalara onartırken
hasta¬lanarak
ölmüştür. Ölüsü Tarsus'a getirilmiştir. Yönetimi eline alan
Mu'tesim
çalışmak için Tyana 'da bulunan 6 bin işçiyi ve ustaları
geldikleri
yere göndermiştir. Her şeyin bırakılmasını, orada bulunan
silahların
yok edilmesini emretmiş, askeri üs olarak donatılmaya
başlanan
Tyana'yı yüzüstü bırakarak Bağ¬dat'a dönmüştür.
838'de Halife Mu'tesinm'in komutanı Afşin, ordusuyla Tya¬na
'ya
kadar gelip yağmaladıktan sonra geri çekilmiştir.
863 yılında Bizanslıların koruduğu Tyana'ya Arap Komu¬tanı
Ömer (bir
başka kaynakta Muntasır) saldırmıştır. Kentin uzun süre Arap
hakimiyetinde kalmadığını bilen komutan kızıp öfkelenmiş
burayı
yerle bir etmiş, binlerce tutsak almıştır. Savaş
kazançlarıyla
dönerken Bizans komutanı Patronas'a yenilerek öldürülmüştür.
Ömer'den öcünü alan Bizans komutanı kentin durumunu
düzeltmeye
çalışmıştır.
931 yılında son kez bir daha Arap baskınına uğramış Tyana.
Bu sefer
Bizanslılardan yardım gelmeyince halk saldırıya kendi
gücüyle karşı
koymuş, düşmanı Toroslara dek kovalamıştır.
Bundan sonra Tyana 'ya pek sahip çıkan olmamıştır.
Araplarla yapılan savaşlardan epeyce etkilenen, kaderine
terkedilen
Güney Kapadokya'nın başkenti Tyana ve çevresi bir türlü eski
parlak
günlerine geri dönememiştir.
Albert Gabriel'in Almanca bir kaynaktan aktardığına göre,
10.
yüzyılda "Bir harabeye çevrilen ve Hıristiyan nüfusu
boşaltılan
Tyana'nm yerine Bor ve Niğde şehirleri geçmiştir."
Tyana Bizanslıların askersel yönden önemli kenti olsa da
bayındır
duruma getirecek yöneticilerden yoksun kalmıştır.
10. ve 11. yüzyılda Arap saldırıları bittikten sonra
Bizans¬lılar
sınırlarını yukarı Fırat'a kadar genişletmişlerdir. Yüz yılı
geçkin
sakin, istikrarlı zaman içinde Niğde'nin kuzeyindeki freskli
kaya
kiliselerinin yapımını gerçekleştirmişlerdir.
Özellikle Nevşehir Göreme'deki, Aksaray Ihlara Vadisi'ndeki
oyma ve
kaya kiliseler Bizanslıların dinsel öğreticilik alanında ve
resim
sanatında ne kadar ileri durumda oldukları¬nın belgeleridir.
Bunlar
o dönemin görkemli anıtları olarak bu¬gün de değerlerini
yitirmemişlerdir. Niğde'ye yakın Gümüşler Beldesi Örenyeri
Manastır'ında bulunan "Gülümseyen Meryem ve İsa" Bizans
sanat
tekniğinin övülesi, eşsiz yapıtları arasında sayılmaktadır.
1369 yılma gelindiğinde Tyana'da ne kilise ne de kiliseye
gidenler
vardır... Artık, 2300 yıl, tarihte en uzun süre önemli kent,
başkent
olmuş ünlü Tuana - Tyana 'nın yerini tarihçi A. Gabriel'in
yazdığı
gibi gerçekten Niğde ve Bor almıştır.
Ahmed Refik'in "Bizans Imparatoriçeleri" adlı yapıtında
anlattığı
gibi 6. yüzyılda Kraliçe Teodora ile başlayıp 11. yüzyıla
değin
süren eşsiz güzellikteki kraliçeler (Atenayis, İren, Dindar
Teodora,
Teafonu, Zui ve Anna Komnenos) Bizans İmparatorlarını
kendilerine
bağlamışlar, aşk- meşkle yapmadıklarını bırakmamışlar, zevk
içinde
paralar harcayarak Bizans İmparatorluğu'nun zayıflamasına
neden
olmuşlardır.
Niğde Milletvekili İbrahim Refik Soyer, (Niğde gazetesi'nin
1949'da
yayınlanan 1107 - 1112 sayılarında), Ömer Rıza Doğ¬rul'un
Ebülferec'te Tyana kentinin Adana olarak gösterildiğini
bildiren
yazısı üzerine ve Şemsettin Sami'nin de Kamusülalam adlı
yapıtında
aynı yanlışı yinelediğinden bahisle, bunlara yanıt olarak
kaleme
aldığı 10 sütunluk yazıda, Tyana ile ilgili önemli bilgiler
vermiştir: Yazar, TBMM kitaplığında özellikle Arap
kaynaklarından
yararlanarak Rambod ve ardıllarının Roma İmparatorluğu
dönemlerinde
İmparator Valens'in Kapadokya'yı kuzey, güney olarak ikiye
ayırdığını, kuzeyin başkentinin Kayseri, güneydekinin ise
Niğde
yakınındaki Tyana olduğunu, Papa Antimos'un burayı
yönettiğini
bildirmiştir. Bor - Bahçeli'deki Köşk'te bulunan Pampülüs'ün
ünlü
köşkünden, eni 23, boyu 66 m. saçaklı mermerlerden yapılmış
havuzdan
söz etmiş¬tir. I. Refik Soyer araştırmalarında
Bizanslılardan önce
buraya Tuana adının Kral Taos tarafından verildiğini
belirtmiştir.
(Bu konuyla ilgili bazı bilgiler yukarıda Roma
İmparatorlarından söz
edilirken verilmiştir).
Albay Lek "Asya'da Seyahat" adlı eserinde, Kilisehisar ve
İftiyankos'u anlatırken Kemerhisar'da su kemerlerinin kavak
ağaçları
arasından ufka yükseldiğine, bu kemerleri Pampü¬lüs'ün
köşkünden
çıkan suyu kente akıtmak için yaptırdığına değinmiştir. Daha
Sonra
Semiramis Yolu'nun yeşilinin bu su sayesinde korunduğunu, al
yanaklı
elmaların bahçelerde bu su ile yetiştirildiğini yazmıştır.
(7)
1937 yılında Konya dergisinin 6. sayısında Naci Fikret
Baş-tak Tyana
ile ilgili yazısında, Andaval'da ve Bor'da bulunan insan
kabartmalarının Tyana 'dan götürüldüğünü, bunlar ara¬sında
Kral
Midas'a ait bir kabartmanın da bulunduğundan söz ederek
(Yukarıda
Tyana'ya Arap akınlarını anlatırken bizim de değindiğimiz
gibi)
yazısını şöyle sürdürmüştür:
"Taberi ve Ebülfida'ya göre, Hicretin 188 yılında Harun
Reşit büyük
bir orduyla Rumların elinden Tyana ve Herakle'yi almıştır,
Tyana 'nın
yönetimini Akabe'ye bırakmış, ama çok geç¬meden Romalılar
Adana'ya
kadar olan yerleri ele geçirmişlerdir. Ardından Me'mun
gelerek
buraları yeniden almıştır. Uzaklar¬dan getirttiği ustalara
ve
işçilere dört kapılı hisarın onarımını yaptırırken ani ölümü
üzerine
yerine geçen Mu'tesim işleri ya¬rım bıraktırmış, hatta
yapılmış
olanları yıktırmıştır."
1970 yılında Niğde'de yayınlanan Hamle gazetesinin 4456
sayısında, "Kültür
Şehri Niğde" adlı yazıda, 6. yüzyılda önce Sasaniler, sonra
da Arap
akıncılarının hedefi olan Tyana 'nın zaman zaman yıkılmış
olmasına
karşın onarılsa bile Selçuklu döneminde önemini kaybettiği
yazılmıştır. Bu yazıda ayrıca Selçukluların yaptırdıkları
Ağzıkara
Han'la Osmanlı dönemin¬de Öküz Mehmet Paşa olarak bilinen
vezirin
Ulukışla'da yaptır¬dığı, son yıllarda ofis ve cezaevi olarak
kullanılan Kervansaray hakkında bilgiler verilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder