3 Ocak 2013 Perşembe

Bir antik çağ insiyesi olan Apollonius,

Bir antik çağ insiyesi olan Apollonius, milattan sonra onyedi yılında bugünkü Türkiye’de bulunan Kapadokya denilen ülkenin Tyana kentinde doğdu. Uzun boylu, yakışıklı ve çok zeki idi. Ondört yaşında iken, okul hocaları kendisinden daha fazla bir şey bilmedikleri için O’na öğretmenlik yapmayı bıraktılar. Gençliğinde Neo Fisagor’cu bir ekolde bilgilerini derinleştirdi. Bazı kaynaklara göre Eleusis Misterleri insiyasyonundan geçti. Daha sonra Tibet ve Himalayalar’a  gitmiş, Anadolu’ya döndükten sonra da bir çok parapsişik tezahürler göstermiştir. Geçmiş enkarnasyonlarından bazılarını bildiğini de ifade etmiştir. Başlıca parapsişik yetenekleri arasında, düşünceyi okumak, geleceği önceden bilmek, salgın hastalıkların yayılmasını önlemek, ölüleri diriltmek ve insanları hiçbir dayanak kullanmadan havada tutmak vardır. İskenderiye’deyken Roma’da yanmakta olan bir tapınağı tasvir etti ve sonradan gelen haber bunun harfiyen doğru olduğunu gösterdi. Batacağını iddia ettiği gemiye binmeyi reddetmiş ve neticede gemi hakikaten batmıştır. Ayrıca akli dengesi bozuk kişileri de iyileştirdi. Apollonius bütün bunları tabii olaylar olarak görüyordu. Kendisinin eterden ateş yakma becerisinin olduğu da söylenir. Zamanının büyük bir bölümünü etrafındakilere bir şeyler öğretmek ve soruları cevaplandırmakla geçiriyordu. Görünüş olarak Yunanlı’dan  çok Hintli’ye benziyordu. İki portresi, bir büstü ve madalyaları mevcuttur. Bunlarda uzun saçlı ve uzun sakallı görünüyordu. Voltaire’in bile İsa’dan önde tuttuğu bu antik çağ inisiyesi, kimilerine göre İsa doğmamış olsaydı, devrin peygamberi olurdu.
   Kendisine verilen hediyeleri reddeden Apollonius’un nasıl geçindiği bilinmemektedir. Çoğu numaralanmış birçok mektup yazmıştır ve bunlardan bazıları halen mevcuttur. Bu mektuplarının yanısıra kitaplar da yazmıştır ama bunların sadece bazı parçaları elimizdedir. Bunlar arasında Adaklar Kitabı adlı bir tanesi vardır ki burada Apollonius Tanrılara hiçbir şeyin adanmamasını tavsiye ediyor ve en güzel adağın aklın kullanılması olduğunu belirtiyordu. Kendisinin felsefi vasiyetlerle, anılarla ve ayrıca Fisagor’un hayatıyla ilgili eserleri olduğu da söylenir.
   Apollonius’un hayatındaki çok önemli bir gelişme, bir Daphnean Apollo rahibinin, ilahi bir emirle üzerine diyagramlar işlenmiş birkaç ince metal levhayı kendisine getirmesiyle başlar. Bu levhalar, Fisagor’un yolculuğunda geçtiği çöller, nehirler ve dağların bir haritasıydı ve diğer semboller de filozofun Hindistan’a giderken izlediği yolu gösteriyordu. Apollonius aynı yolu izlemeye karar verdi ve bu yolculuğu boyunca kendisine gerekli olacak malzemeleri hazırladı.
   Babilonya’ya vardığında sıradışı hali ve davranışı kralı cezbetti ve kral ülkesinde uzun süre kalmasını Apollonius’a teklif etti. Nineve’de  sadık yoldaşı ve yol rehberi olan Suriye’li Damis ile karşılaştı. Hindistan ve Tibet’e yaptığı yolculuklarında uzun süre Damis ile birlikteydi. Apollonius ve Damis uzun ve ağır bir yolculuktan sonra İndus’u geçtiler ve Ganj Nehri yönünü izlediler. Ganj Vadisi’ndeki belli bir noktadan sonra kuzeye, Himalayalar’a  döndüler ve onsekiz gün boyunca dağ silsilelerini yürüyerek tırmandılar. Bu yolculuk onları Tibet ve Nepal’in kuzey bölgelerine götürmüş olmalıydı. Apollonius, yanındaki  haritaya göre Üstatlar’ın Mekanı’nın nerede olduğunu biliyordu. Hedeflerine vardıklarını düşündüğü anda sıradışı olaylar meydana gelmeye başladı. Geldikleri yolun arkalarından aniden kaybolduğu hissine kapıldılar. Bulundukları mekanın sabit bir varlığı yoktu, kendini sürekli değiştiriyordu. Apollonius ve Damis’i hayretler içinde bırakan bu sıradışı olayı şöyle açıklayabiliriz: Maddenin bir enerji olarak temelinde yatan esas belli nitelikteki bir bilgidir. Ruh enerjisinin, madde üzerindeki etkinliğinin sonucu olarak maddenin kökenindeki bilgi genişledikçe (madde tekamül ettikçe ) giderek belirgin bir biçimde zeka belirtileri gösterir. Bu durum, farklı enerji yoğunluklarına sahip bu iki enerji partikülünün arasındaki etkileşim hızının ve kalitesinin giderek daha da artmasını sağlar. Bir mekanın form değiştirmesi, o mekanı oluşturan belli bir titreşim derecesindeki madde topluluğunun, ruh enerjisiyle etkileşiminin meydana çıkardığı sonuç itibariyla en azından ( daha fazlası da olabilir ) halden hale dönüşebilecek kadar bir bilgi kapasitesine sahip, zeki bir madde topluluğu olduğunu gösterir ki bu tip mekanlara kısaca şuurlu mekanlar diyebiliriz. Bunun daha iyi anlaşılması için şöyle bir örnek verebilirim; Çok güçlü akan bir nehrin karşı kıyısına geçmek istiyorsunuz fakat bunun için de bir vasıtanız yok. Nehrin hemen kenarında duran ağacın, bu isteğinize karşılık vererek form değiştirip bir köprüye dönüştüğünü, siz karşıya geçtikten sonra da tekrar ağaç formuna geri döndüğünü düşünün. İşte Apollonius ve Damis’in yaşadığı olaylar zincirini en dar manasıyla buna benzetebiliriz. Fakat içinde bulundukları mekanı oluşturan maddenin içerdiği bilgi kapasitesi ve buna bağlı olarak gösterdiği zeki tezahürler bakımından verdiğim örneğe kıyasen çok daha geniş bir etki alanını ( çok yönlü bir işleyiş ve maksadı ) oluşturuyor olması gerekir. Öyle ki kendi ifadelerine göre mekandaki tepeler, ormanlar ve ırmaklar bile yer değiştiriyordu. Bu olaydan biraz sonra Apollonius ve Damis’in önünde esmer derili bir çocuk belirir ve Apollonius’un konuştuğu Grekçe ile onlara sanki gelişlerini bekliyormuşçasına şöyle hitap eder: Refakatinizdekiler burada durmalı, ancak siz olduğunuz gibi gelmelisiniz çünkü Üstatlar bu emri veriyorlar. Üstatlar kelimesi, Apollonius’a Fisagor’u çağrıştırdığı için hammallarını ve eşyalarını memnuniyetle bırakıp, yanına yoldaşı Damis’i alarak devam eder. Apollonius, bu ülkenin en yüksek yöneticisine takdim edildiği zaman, elinde O’na verilmek üzere tuttuğu mektubun  tamamının O’nun tarafından bilindiğini görünce hayrete düşer. Hatta bu kişi, Apollonius’un geride kalan ailesini ve Kapadokya’dan beri yaptığı uzun seyahatinin  tüm detaylarını da biliyordu. Apollonius ve Damis bu Himalaya Ötesi ülkede birkaç ay kaldılar ve misafirlikleri sırasında enteresan olaylara şahit oldular. Örneğin, içinden parlak mavimsi ışık ışınlarının çıktığı kuyular gördüler. Bu olayı meydana getiren ışık taşları öylesine ışık yansıtıyordu ki gece gündüze dönüşüyordu. Damis’e göre de bu ülkenin insanları, güneşin gücünü kendilerine faydalı olacak şekilde kullanıyorlardı. Ayrıca kendilerini bir metreye kadar levite edebiliyorlar sonra havada kayıp gidebiliyorlardı. Apollonius, bir seremoni sırasında ellerindeki değnekleri yere vuran bilgelerin  havaya uçtuklarını gözlemledi. Bu ülkenin yöneticisi misafirleriyle birlikte sofraya oturduğu zaman hizmetlerini tamamen kendiliklerinden hareket eden, zeki madde varlıkları görüyordu. Evrende bu tip varlıklarla kıyas bile edilemeyecek düzeyde öyle enerji yoğunluğunda madde varlıkları mevcuttur ki bunların sahip olduğu bilgi kapasitesi, bazı seviyelerdeki ruh varlıklarının sahip olduğu bilgi kapasitesinden bile daha yüksek, tamamen şuurlu diyebileceğimiz türdendirler. Bu ülkenin insanlarının bilimsel ve zihinsel başarıları Apollonius’u öylesine etkilemişti ki kendisine  her şeyi bilen insanların ülkesine hoş geldiniz denildiği zaman sadece başını öne eğerek bunu alçakgönüllülükle  kabul etmişti. Damis, bu kişilerin dünya üzerinde ve aynı zamanda dünya üzerinde yaşamadıklarını söylemektedir. Bu sözkonusu ülkenin, dünya gezegeninin, bizim içinde bulunduğumuz oktavının dışındaki başka bir oktavında (maddesel titreşim bazında ) varolduğu anlamına gelmektedir ki  ezoterik kaynaklarda bu ülkenin Agarta olduğu söylenmektedir. Apollonius da bu ülkenin insanları için, dünyada oturan ama dünyaya ait olmayan, her yönden savunulan ama savunulacak hiçbir şeye ihtiyaç duymayan  ve bizim sahip olduğumuz şeylerden başka hiçbir şeye sahip olmayan adamlar gördüm dedikten sonra şunları da söylemiştir: Bu kişiler dünyanın tüm zenginliğine sahip ve ne var ki hiçbir şeye sahip değiller. Bu, orada özel mülkiyetin varolmadığını, herşeyin büyük bir bolluk içinde ortaklaşa paylaşıldığı anlamına gelmektedir. Ayrıca bu ülkenin insanları, Tüm Evren Canlıdır şeklinde kozmik bir felsefeyi benimsemişlerdir. Fizik evrenin canlı oluşu, onun mayasında varolan hayat enerjisinden dolayıdır. Maddenin, ister büyük ister küçük partiküllerine doğru hareket edin, bu prensip hiçbir zaman değişmemektedir. Fakat hayat enerjisini, ruh enerjisiyle karıştırmamak gerekir çünkü ruh enerjisi, fizik enerjinin mekan halinde ortaya çıkmasında rolü olan hayat ve zaman enerjilerine etki edip onları kullanabilen tek üstün enerjidir.  
   Veda zamanı geldiğinde Apollonius, bu ülkenin bilge insanlarına şöyle demiştir: Size kara yolu ile geldim fakat siz bana yalnızca deniz yolunu değil, sahip olduğunuz bilgelikle göğün yolunu da açmış bulunuyorsunuz. Tüm öğrendiklerimi Grekler’e götüreceğim.Tantalus Kadehi’ni eğer boşuna içmemişsem sizinle sanki şimdi buradaymış gibi konuşmaya devam edeceğim. Farklı oktavlara bağlı varlıklar arasında kurulan iletişimin en belli başlısı evrensel bir nitelikte olan Şuur Enerjisi’ni kullanmaktır. Çünkü farklı oktavlar arasında intikal ettirilen bilgi enerjileri taşıyıcı fonksiyon gören Şuur Enerjisi vasıtasıyla olmaktadır. İşte Apollonius, üstatlarıyla arasındaki bu şuur bazlı bilgi alışverişinin devam edeceğini söylüyor.
   Apollonius’a üstatları tarafından iki önemli görev verilmişti. Bunlardan ilki kendisine verilen tılsımlı taşları, gelecekte bilginin ve buna bağlı olarak da insanlığın gelişiminde önemli rol oynayacak bazı merkezlere gömmek, ikincisi ise, Roma despotizmini sarsarak kölelik üzerine kurulmuş rejimi yumuşatmaktı. Roma İmparatorluk döneminin talihli devri olan, Beş İyi İmparator’un önünü açmasından dolayı Apollonius’un misyonu başarıyla tamamlanmıştı. Bu imparatorlar Nerva, Trajan, Hadrian, Antoninus Pius ve Marcus Aurelius idi. Son ikisi büyük düşünür ve idealist kişilerdi. Özellikle Marcus Aurelius, hükümdarların filozof olmadıkları sürece asla altın çağın yaşanamayacağını ifade eden Eflatun’un haykırışlarına adeta cevap bir filozoftu.
   Apollonius, sosyal adalet üzerine kurulu güçlü bir ideali benimsemişti. Dünyanın herkesin ortak vatanı olduğunu söyler ve tüm insanlığın kardeşliğine inanırdı. O’na göre dünyanın tüm nimetleri eşit bir şekilde paylaşılmalıydı. Apollonius’un öğretisi, öncelikle düşüncenin sağlıklı olması gerektiğine ve beden sağlığının nasıl olsa bunun arkasından geleceğine dayanıyordu. Ayrıca ölümden korkulmaması gerektiğini de söylüyordu. Daima Ustalarımı hatırlar, seyahat ettiğim her yerde öğrendiklerimi öğretirim dediği Apollonius’un öğretisi, İsa Peygamber’in öğretisine çok benziyordu ve bu öğretiyi hayatı boyunca yaymaya çalıştı. Fakat bundan rahatsızlık duyan bazı çevrelerin baskısıyla tutuklandı. Tarihi kaynaklara göre birçok celse süren mahkemenin son gününde ilk Hristiyanlar’a yaptığı zulümle tanınan Roma İmparatoru Domitien’e şu ünlü sözünü söylemiştir: Senin gibi insanların yüzünden kentler ve insanlar mahvoldu. Bana gelince, bedenimi ele geçirebilirsin ama ruhumu asla… Hatta bedenimi de ele geçiremezsin dediği anda Apollonius’un yaşamını yazan Damis’e göre Apollonius’un bedenini bir bulut sardı ve bulut dağıldığında Apollonius’un mahkeme salonunda olmadığı görüldü. Daha sonra Efes’te görüldü. Burada verdiği bir söylev sırasında İmparator Domitien’in öldürülüşünü durugörü yeteneği ile algılamış, vurun despota vurun! diye bağırdıktan sonra şöyle demiştir: Athene adına, işte tam şimdi despot katledildi. Roma’dan yola çıkan posta kuryesi birkaç gün sonra Efes’e vardığında Roma’da İmparator Domitien’e yapılan bir suikast bildirisi getirdi. Gerçekten de Apollonius’un tarihsel söylevini yaptığı o sırada suikast olayı meydana gelmişti. Daha sonra bir daha hiçbir yerde izine rastlanmadı. Hiç kimse öldüğünü veya öldüyse de mezarının nerede olduğunu bilmiyordu. Bu dönemde seksen ile yüz yaşları arasındaydı.

Ali Karaca


KAYNAKLAR:

Berqier, Jacques, Başka Bir Evrene Geçiş, Çev: Enis Aköz, Ruh ve Madde Yayınları, İstanbul, 1980.
Salt, Alparslan, Çobanlı, Cem, Dharma Ansiklopedi, 1. Baskı, Dharma Yayınları, İstanbul, 2001.
Agarta, B.A.M. Yayınevi, İstanbul, 1980.
Sirius Misyonu Tebliğleri.
Çümbüşel, Ali Cahit, Agarta ve Şambala Gizemli Yeraltı Ülkeleri, 1.Baskı, Onbir Yayınları, İstanbul, 2008.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder