Kendisine verilen
hediyeleri reddeden
Apollonius’un
nasıl geçindiği bilinmemektedir. Çoğu numaralanmış birçok mektup
yazmıştır ve bunlardan bazıları halen mevcuttur. Bu mektuplarının
yanısıra
kitaplar da yazmıştır ama bunların sadece bazı parçaları elimizdedir.
Bunlar
arasında Adaklar Kitabı adlı bir tanesi vardır ki burada
Apollonius
Tanrılara hiçbir şeyin adanmamasını tavsiye ediyor ve en güzel
adağın aklın kullanılması olduğunu belirtiyordu. Kendisinin felsefi
vasiyetlerle, anılarla ve ayrıca Fisagor’un hayatıyla ilgili eserleri
olduğu da
söylenir.
Apollonius’un
hayatındaki çok önemli bir
gelişme, bir Daphnean Apollo rahibinin, ilahi bir emirle üzerine
diyagramlar
işlenmiş birkaç ince metal levhayı kendisine getirmesiyle başlar. Bu
levhalar,
Fisagor’un yolculuğunda geçtiği çöller, nehirler ve dağların bir
haritasıydı ve
diğer semboller de filozofun Hindistan’a giderken izlediği yolu
gösteriyordu.
Apollonius
aynı yolu izlemeye karar verdi ve bu yolculuğu boyunca kendisine
gerekli olacak malzemeleri hazırladı.
Babilonya’ya
vardığında sıradışı hali ve
davranışı kralı cezbetti ve kral ülkesinde uzun süre kalmasını Apollonius’a
teklif
etti. Nineve’de sadık yoldaşı ve
yol rehberi olan Suriye’li Damis ile karşılaştı. Hindistan ve Tibet’e
yaptığı
yolculuklarında uzun süre Damis ile birlikteydi. Apollonius ve Damis uzun ve
ağır bir yolculuktan sonra İndus’u geçtiler ve Ganj Nehri yönünü
izlediler. Ganj
Vadisi’ndeki belli bir noktadan sonra kuzeye, Himalayalar’a döndüler ve
onsekiz gün boyunca dağ
silsilelerini yürüyerek tırmandılar. Bu yolculuk onları Tibet ve
Nepal’in kuzey
bölgelerine götürmüş olmalıydı. Apollonius, yanındaki
haritaya göre Üstatlar’ın Mekanı’nın nerede olduğunu biliyordu.
Hedeflerine vardıklarını
düşündüğü anda sıradışı olaylar meydana gelmeye başladı. Geldikleri
yolun
arkalarından aniden kaybolduğu hissine kapıldılar. Bulundukları mekanın
sabit
bir varlığı yoktu, kendini sürekli değiştiriyordu. Apollonius ve Damis’i
hayretler içinde bırakan bu sıradışı olayı şöyle açıklayabiliriz:
Maddenin bir
enerji olarak temelinde yatan esas belli nitelikteki bir bilgidir. Ruh
enerjisinin, madde üzerindeki etkinliğinin sonucu olarak maddenin
kökenindeki bilgi
genişledikçe (madde tekamül ettikçe ) giderek belirgin bir biçimde zeka
belirtileri gösterir. Bu durum, farklı enerji yoğunluklarına sahip bu
iki
enerji partikülünün arasındaki etkileşim hızının ve kalitesinin giderek
daha da
artmasını sağlar. Bir mekanın form değiştirmesi, o mekanı oluşturan
belli bir
titreşim derecesindeki madde topluluğunun, ruh enerjisiyle etkileşiminin
meydana çıkardığı sonuç itibariyla en azından ( daha fazlası da olabilir
)
halden hale dönüşebilecek kadar bir bilgi kapasitesine sahip, zeki bir
madde
topluluğu olduğunu gösterir ki bu tip mekanlara kısaca şuurlu
mekanlar diyebiliriz. Bunun daha iyi anlaşılması için şöyle
bir örnek verebilirim; Çok güçlü akan bir nehrin karşı kıyısına geçmek
istiyorsunuz fakat bunun için de bir vasıtanız yok. Nehrin hemen
kenarında
duran ağacın, bu isteğinize karşılık vererek form değiştirip bir köprüye
dönüştüğünü, siz karşıya geçtikten sonra da tekrar ağaç formuna geri
döndüğünü
düşünün. İşte Apollonius ve Damis’in yaşadığı olaylar zincirini en dar
manasıyla buna benzetebiliriz. Fakat içinde bulundukları mekanı
oluşturan
maddenin içerdiği bilgi kapasitesi ve buna bağlı olarak gösterdiği zeki
tezahürler
bakımından verdiğim örneğe kıyasen çok daha geniş bir etki alanını ( çok
yönlü
bir işleyiş ve maksadı ) oluşturuyor olması gerekir. Öyle ki kendi
ifadelerine göre
mekandaki tepeler, ormanlar ve ırmaklar bile yer değiştiriyordu. Bu
olaydan
biraz sonra Apollonius ve Damis’in önünde esmer derili bir çocuk belirir
ve
Apollonius’un
konuştuğu Grekçe ile onlara sanki gelişlerini bekliyormuşçasına şöyle
hitap eder: Refakatinizdekiler burada
durmalı, ancak siz olduğunuz gibi gelmelisiniz çünkü Üstatlar bu emri
veriyorlar. Üstatlar kelimesi, Apollonius’a Fisagor’u
çağrıştırdığı için hammallarını
ve eşyalarını memnuniyetle bırakıp, yanına yoldaşı Damis’i alarak devam
eder. Apollonius,
bu ülkenin en yüksek yöneticisine takdim edildiği zaman, elinde O’na
verilmek
üzere tuttuğu mektubun tamamının O’nun
tarafından bilindiğini görünce hayrete düşer. Hatta bu kişi, Apollonius’un
geride
kalan ailesini ve Kapadokya’dan beri yaptığı uzun seyahatinin tüm
detaylarını da biliyordu. Apollonius ve
Damis bu Himalaya Ötesi ülkede birkaç
ay kaldılar ve misafirlikleri sırasında enteresan olaylara şahit
oldular. Örneğin,
içinden parlak mavimsi ışık ışınlarının çıktığı kuyular gördüler. Bu
olayı
meydana getiren ışık taşları öylesine ışık yansıtıyordu ki gece gündüze
dönüşüyordu. Damis’e göre de bu ülkenin insanları, güneşin gücünü
kendilerine
faydalı olacak şekilde kullanıyorlardı. Ayrıca kendilerini bir metreye
kadar
levite edebiliyorlar sonra havada kayıp gidebiliyorlardı. Apollonius,
bir
seremoni sırasında ellerindeki değnekleri yere vuran bilgelerin havaya
uçtuklarını gözlemledi. Bu ülkenin
yöneticisi misafirleriyle birlikte sofraya oturduğu zaman hizmetlerini
tamamen
kendiliklerinden hareket eden, zeki madde varlıkları görüyordu. Evrende
bu tip
varlıklarla kıyas bile edilemeyecek düzeyde öyle enerji yoğunluğunda
madde
varlıkları mevcuttur ki bunların sahip olduğu bilgi kapasitesi, bazı
seviyelerdeki ruh varlıklarının sahip olduğu bilgi kapasitesinden bile
daha
yüksek, tamamen şuurlu diyebileceğimiz türdendirler. Bu ülkenin
insanlarının
bilimsel ve zihinsel başarıları Apollonius’u öylesine
etkilemişti ki kendisine her şeyi
bilen insanların ülkesine hoş geldiniz denildiği zaman sadece başını
öne
eğerek bunu alçakgönüllülükle kabul
etmişti. Damis, bu kişilerin dünya
üzerinde ve aynı zamanda dünya üzerinde yaşamadıklarını söylemektedir.
Bu sözkonusu ülkenin, dünya
gezegeninin, bizim içinde bulunduğumuz oktavının dışındaki başka bir
oktavında
(maddesel titreşim bazında ) varolduğu anlamına gelmektedir ki ezoterik
kaynaklarda bu ülkenin Agarta olduğu söylenmektedir. Apollonius
da bu ülkenin insanları için, dünyada
oturan ama dünyaya ait olmayan, her yönden savunulan ama savunulacak
hiçbir
şeye ihtiyaç duymayan ve bizim sahip
olduğumuz şeylerden başka hiçbir şeye sahip olmayan adamlar gördüm dedikten
sonra şunları da söylemiştir: Bu kişiler dünyanın tüm
zenginliğine sahip
ve ne var ki hiçbir şeye sahip değiller. Bu, orada özel
mülkiyetin varolmadığını, herşeyin büyük bir bolluk
içinde ortaklaşa paylaşıldığı anlamına gelmektedir. Ayrıca bu ülkenin
insanları,
Tüm Evren Canlıdır şeklinde kozmik
bir felsefeyi benimsemişlerdir. Fizik evrenin canlı oluşu, onun
mayasında
varolan hayat enerjisinden dolayıdır. Maddenin, ister büyük ister küçük
partiküllerine doğru hareket edin, bu prensip hiçbir zaman
değişmemektedir.
Fakat hayat enerjisini, ruh enerjisiyle karıştırmamak gerekir çünkü ruh
enerjisi, fizik enerjinin mekan halinde ortaya çıkmasında rolü olan
hayat ve
zaman enerjilerine etki edip onları kullanabilen tek üstün enerjidir.
Veda zamanı
geldiğinde Apollonius, bu ülkenin
bilge insanlarına şöyle demiştir: Size
kara yolu ile geldim fakat siz bana yalnızca deniz yolunu değil, sahip
olduğunuz bilgelikle göğün yolunu da açmış bulunuyorsunuz. Tüm
öğrendiklerimi
Grekler’e götüreceğim.Tantalus Kadehi’ni eğer boşuna içmemişsem sizinle
sanki
şimdi buradaymış gibi konuşmaya devam edeceğim. Farklı oktavlara
bağlı
varlıklar arasında kurulan iletişimin en belli başlısı evrensel bir
nitelikte
olan Şuur Enerjisi’ni kullanmaktır. Çünkü farklı oktavlar arasında
intikal
ettirilen bilgi enerjileri taşıyıcı fonksiyon gören Şuur Enerjisi
vasıtasıyla
olmaktadır. İşte Apollonius, üstatlarıyla arasındaki bu şuur bazlı bilgi
alışverişinin
devam edeceğini söylüyor.
Apollonius’a üstatları
tarafından iki önemli
görev verilmişti. Bunlardan ilki kendisine verilen tılsımlı taşları,
gelecekte bilginin
ve buna bağlı olarak da insanlığın gelişiminde önemli rol oynayacak bazı
merkezlere gömmek, ikincisi ise, Roma despotizmini sarsarak kölelik
üzerine
kurulmuş rejimi yumuşatmaktı. Roma İmparatorluk döneminin talihli devri
olan, Beş İyi İmparator’un önünü açmasından
dolayı Apollonius’un
misyonu başarıyla tamamlanmıştı. Bu imparatorlar Nerva,
Trajan, Hadrian, Antoninus Pius ve Marcus Aurelius idi. Son ikisi büyük
düşünür
ve idealist kişilerdi. Özellikle Marcus Aurelius, hükümdarların filozof
olmadıkları sürece asla altın çağın yaşanamayacağını ifade eden
Eflatun’un
haykırışlarına adeta cevap bir filozoftu.
Apollonius, sosyal adalet üzerine kurulu
güçlü bir ideali benimsemişti. Dünyanın herkesin ortak vatanı olduğunu
söyler
ve tüm insanlığın kardeşliğine inanırdı. O’na göre dünyanın tüm
nimetleri eşit
bir şekilde paylaşılmalıydı. Apollonius’un öğretisi, öncelikle düşüncenin
sağlıklı olması gerektiğine ve beden sağlığının nasıl olsa bunun
arkasından
geleceğine dayanıyordu. Ayrıca ölümden korkulmaması gerektiğini de
söylüyordu. Daima Ustalarımı hatırlar, seyahat ettiğim
her yerde öğrendiklerimi öğretirim dediği Apollonius’un öğretisi, İsa
Peygamber’in öğretisine çok benziyordu ve bu öğretiyi hayatı boyunca
yaymaya
çalıştı. Fakat bundan rahatsızlık duyan bazı çevrelerin baskısıyla
tutuklandı.
Tarihi kaynaklara göre birçok celse süren mahkemenin son gününde ilk
Hristiyanlar’a
yaptığı zulümle tanınan Roma İmparatoru Domitien’e şu ünlü sözünü
söylemiştir: Senin gibi insanların yüzünden kentler ve insanlar
mahvoldu. Bana gelince, bedenimi ele geçirebilirsin ama ruhumu asla…
Hatta
bedenimi de ele geçiremezsin dediği anda Apollonius’un yaşamını yazan
Damis’e
göre Apollonius’un
bedenini bir bulut sardı ve bulut dağıldığında Apollonius’un
mahkeme salonunda olmadığı görüldü. Daha sonra Efes’te görüldü. Burada
verdiği
bir söylev sırasında İmparator Domitien’in öldürülüşünü durugörü
yeteneği ile
algılamış, vurun despota vurun! diye
bağırdıktan sonra şöyle demiştir: Athene
adına, işte tam şimdi despot katledildi. Roma’dan yola çıkan posta
kuryesi
birkaç gün sonra Efes’e vardığında Roma’da İmparator Domitien’e yapılan
bir
suikast bildirisi getirdi. Gerçekten de Apollonius’un tarihsel
söylevini
yaptığı o sırada suikast olayı meydana gelmişti. Daha sonra bir daha
hiçbir
yerde izine rastlanmadı. Hiç kimse öldüğünü veya öldüyse de mezarının
nerede
olduğunu bilmiyordu. Bu dönemde seksen ile yüz yaşları arasındaydı.
Ali Karaca
KAYNAKLAR:
Berqier, Jacques,
Başka Bir
Evrene Geçiş, Çev: Enis Aköz, Ruh ve Madde Yayınları, İstanbul, 1980.
Salt, Alparslan,
Çobanlı,
Cem, Dharma Ansiklopedi, 1. Baskı, Dharma Yayınları, İstanbul, 2001.
Agarta, B.A.M.
Yayınevi,
İstanbul, 1980.
Sirius Misyonu
Tebliğleri.
Çümbüşel, Ali Cahit,
Agarta
ve Şambala Gizemli Yeraltı Ülkeleri, 1.Baskı, Onbir Yayınları, İstanbul,
2008.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder