Hangisi
gerçek İsa mı, Apollonius mu?
Gerçekte İsa Mesih diye birisi hiçbir zaman varolmadı.
Hıristiyanlığın
gerçek
kurucusu Yahudi asıllı İsa değil, Anadolulu pagan Tyanalı
Apollonius'tur
Bu iddia ilk kez İS 217-220 yılları arasında Doğu Roma İmparatoru
Domitian'ın bilge eşi İmparatoriçe Julia Domna'nın imparatorluk
arşivindeki
belgeleri vererek Flavius Philostratus adlı ünlü bir yazara
hazırlattığı
kitapta ortaya atılmıştır.
Kitapta, Tyanalı Apollonius'un
yardımcısı
Ninovalı Damis'e emanet ettiği yazıları ve gezi notlarıyla
mektupları
belgeleriyle açıklanmıştı. Buna göre İsa ile aynı tarihte doğmuş
olan bu kişi, çeşitli mucizeler yapmış, bir şifacı ve büyü üstadı
olarak tanıtılmıştır. Kitapta, Apollonius'un yaşadığı dönemde ve
Flavius'un günlerinde 'insan suretindeki tanrı' adıyla tanındığı
vurgulanmıştı.
300 kitapta aynı iddia
Nedir ki Apollonius'un yaşamı ve eserleri İS 325 yılında İmparator
Konstantin tarafından toplanan 1. Ekümenik Konsil'de alınan gizli
bir
kararla Plagiarisma=İntihal yolayla İsa Mesih'e atfedilmiş ve
Anadolu
Ermiş Kilise tarafından adı ve eserleri ortadan kaldırılarak
tarihten
silinmiştir.
16. Yüzyıl'da başlayan Reform Hareketi sırasında Apollonius'un
yaşamı
ve eserleri özelikle Arap bilim adamları tarafından yeniden Batı
dünyasına
tanıtılmış ve böylece adı yeniden gündeme gelmiştir. Apollonius'un
Arapların arasında yaşadığı ve burada Balinius adıyla tanındığı
özelikle ünlü matematikçi Razi ve kimyanın kurucusu kabul edilen
İbn-i
Hayyan tarafından yazılmış olan kitaplarda uzun uzadıya
anlatılmıştı.
Kilise bütün bu yayınlara karşı Apollonius'un çok tehlikeli bir
Okültist=Gizli
ilimler üstadı olduğunu ve İsa'dan üstün olmadığını söylemekle
yetinmiştir.
20. Yüzyıl'a gelindiğinde hakkında yaklaşık 300 kadar kitap
yayınlamış
ve bunlarda da Apollonius'un Hıristiyanlığın gerçek kurucusu
olduğu
belirtilmiştir.
1954'te ABD'de Alice Weston imzalı kitap bu
tartışmayı
daha da alevlendirmiş ve İncil araştırmalarında tartışılmaz
gerçeklik
olarak kabul edilen İncil metinlerinin aslında tamamen ilk dönem
Kilise
Babaları tarafından uydurulmuş yalanlar oldukları ve İsa'nın
'sanal'
bir roman kahramanından daha fazla bir anlam ve önemi olamayacağı
bilimsel ve arkeolojik bulgularla ilkin akademik çevrelerde sonra
da basında
tartışılmaya başlanmıştır.
Birebir örtüşen öyküler
Tarihte çok az kitap, yüzyıllar boyu sürecek tartışmaların kaynağı
olmuştur. Flavius Philostratus'un yazdığı ya da Damis'in tuttuğu
notlardan ve İmparatoriçe Julia Domna'ya iletilen belgelerden
derlediği
'Tyanalı Apollonius'un Yaşamı' böyle bir tartışmanın odağı
olmuştur.
Bu kitapta verilen bilgilere göre, Tyanalı pagan Apollonius'un
yaşamı
ile Yahudi asıllı İsa Mesih'in yaşamı neredeyse birebir
çakışmaktadır.
Şöyle ki: Flavius'un yazdığına göre, Apollonius günümüzün
takvimiyle hesaplanınca, İ.Ö.4. yılında Tyana kentinde doğmuştur.
Tyana, birinci yüzyılda Kapadokya'daki en ünlü ve gelişmiş pagan
yerleşim alanlarından biri, belki de birincisiydi. Batısında
Galatia
(Konya ve çevresi), doğusunda Armenia, güneyde Kilikya, kuzeyde
Pontus
ile komşuydu. Tyana, günümüzde Niğde'nin Kemerhisar ilçesidir.
Tyana, Kilikya Boğazı denilen bir geçitte Pozantı'ya (Podandus) ve
oradan da Tarsus ve Adana'ya bağlıydı. Bu iki kentte o dönemde en
az
Edessa (Urfa) ve Carrhae (Harran'ın 1. yy'daki adı) kadar gelişmiş
ve
uygarlaşmış kentlerdi. Ama Kapadokyalılar, o yıllarda olduğu gibi,
ilginçtir, 10. yy'da da gözükara, kaba, dikkafalı, söz dinlemez,
cesur gibi sıfatlarla anılıyorlardı. Öyle ki, 10.yy'da saray
geleneğinde
Kapadokyalı demek sert, hoyrat, kabadayı demek anlamına geliyordu.
Apollonius'un doğum tarihi ile İsa'nın doğum tarihi, kuvvetle
muhtemelen aynıdır. Katolik Kilisesi ile diğer kiliseler arasında
bu
konuda da sorun vardır.
Tarsus'ta eğitim gördü
Flavius'un kitabından öğrendiğimize göre Apollonius, çok varlıklı
ve kültürlü bir ailenin çocuğudur. Ataları Tyana'nın
kurucularındandır.
İyi bir eğitim ve öğrenim görmüştür. On altı yaşına geldiğine
ailesinin isteği üzerine o dönemde eğitim merkezi sayılan Tarsus'a
gitmiş ve buradaki Pisagorcu/Apollo'ya bağlı kişilerle tanışmış ve
onların öğrencisi olmuştur.
Aynı yıllarda, daha genç olarak Aziz
Paul da Tarsus'ta eğitim ve öğrenim görüyordu.
Biri Yahudi Farisi
mezhebinin öğretilerine göre, diğeri de Roma İmparatorluğu'nun
asli
dinsel sistematiği olan Paganizm'e göre eğitilmişlerdi.
Aziz Paul
da
Tarsus'un yerlisi, zengin bir ailenin iyi eğitim görmüş bir
çocuğuydu.
Daha sonraki hayatında kendisini, tutucu Farisiler'in 'en' tutucu
Farisisi olarak tanımlamıştır.
Apollonius ile Paul'un Tarsus'ta
tanışıp
tartışmış olmaları muhtemeldir. Ancak kesinlikle 'Olmamıştır'
denilebilecek bir gerçek vardır.
İkisi de, tüm yaşamları boyunca
İsa'yı
hiç görmemiş ve tanımamıştır.
Lazarus'un dirilmesi
Aziz Paul ileriki yaşlarında, başlangıçta çok karşı olduğu, İsa
Mesih olayını yaymayı üslenmiş ve dört Evangelist'in Gospeller'ini
vaaz etmeye başlamıştır.
İlginç olan, şu ünlü Lazarus olayıdır.
Dördüncü Gospel'in yazarı John -ki bunu onun yazdığı belli
değildir-
İsa'nın Lazarus adlı bir genci 'öldükten sonra dirilttiğini'
yazmıştır.
(Not: Neredeyse bu Lazarus ve diğer 'sözde' dirilenler, daha sonra
tekrar ölmüşler ve bu kez yanlarında İsa olmadığı için, bir daha
dirilmek şansını yakalayamamışlardır.)
Bu masalda garip olan, John'un son Evangelist olması ve Gospeli'ni
İsa'nın
ölümünden (İS yaklaşık 27-29 yılları) 60 yıl kadar sonra yazmış
olmasıdır.
Oysa Claude-Carrierre'nin de belirtiği gibi, ilk
Gospel'in
yazarı Matthew, İsa'nın hep yanında yer almıştı. Her zaman onunla
beraber olmuş, her zaman ona yakın olmuştu ama kendi Gospeli'nde,
böylesine
inanılmaz bir olaydan tek satırla dahi söz etmemişti.
İlginçtir ki, Katolik Kilisesi Apollonius'u karalamak için onun
'cinlerle' uğraşan, şifa getirmek amacıyla 'cinleri' kovan bir
büyücü
olduğunu yüzyıllardır yinelemektedir.
Katolik Kilisesi'ne göre
Pagan
Apollonius, 'cinlerle' konuştuğunu ve onları yönlendirdiğini öne
sürmüş
bir 'Sahte Şifacı'dır.
Nedir ki, o dönemde 'Cin' ilmi (Demonology)
ile
sadece Paganlar uğraşıyorlardı.
Yahudilerde böyle bir uygulama ve
inanç yoktu, olamazdı.
'Cin Kovma' (Exorcism) Paganlara özgü bir
'Şifa'
yöntemiydi.
Bugünkü tanımlarla söylersek bir tür 'Ruhsal Terapi'
ve
psikolojik danışmanlık ve 'ruhsal sağım'dı.
Doğrudur, 1. yy'da bu dalda da en ünlü kişi Apollonius idi.
Şaşırtıcı
olan tamamen Paganlara ait olan bu uygulamanın tıpkısı günümüzün
Katolik Kilisesi'nde 'resmen' vardır ve rastlantıya bakın ki,
yüzyıllardır
Kilise'ye bağlı sofu Katolik Papazlar, Kilise'nin gizli
bölümlerinde
'cin kovmakla' meşguldüler.
Katolik Kilisesi'nde resmen 'Cin Kovma
- Cin
Çıkarma' dairesi vardır.
Ve adı da 'Athenaeum Pontificium Regina
Apostolorum'dur.
Burada deneyimli papazlar, tıpkı Pagan
Apollonius'un
yaptığı gibi, ruhsal bunalımlar geçirmekte olan hastalarını 'zapt'
etmiş olan cinleri (Demos) çıkartmakta ya da kovmaktadırlar.
Şu
farklı
ki, Apollonius bunu Hindistan'da, Mısır'da ve Askelipos'ta
öğrendiği
yöntemle 'Doğa' adına yapmıştı.
Katolik papazlar, Konstantin'in
emriyle 'Devlet Tanrısı' yapılmış olan İsa Mesih ve 'O'nun olduğu
söylenen
Kutsal Kitap İncil adına yapmaktadırlar.
Papazlar neyin adına
yapsalar da sonuç bir Pagan pratiğinin, Katolik Kilisesi
tarafından
gasp edilerek kendisine mal edilmiş olduğu gerçeğini değiştiremez.
Tesadüfün bu kadarı
3.yy'da yaşamış filozoflardan Apoleis ve ünlü Lactantius'un hocası
Amobius, Apollonius'un, Musa ve Zerdüşt gibi bir kişi olduğunu
yazmışlardı.
Gerçekten de, İncil'in Yeni Ahit bölümünde anlatılanların
neredeyse
tamamını Apollonius 'DA' yapmıştır.
Garip ama gerçektir ki,
Apollonius'un doğumunda da 'mucize' vardır.
* Apollonius'un
doğumunda
onun yeryüzüne Apollo'nun oğlu olarak gönderildiği söylenmiş,
Philostratus da bunu nakletmiştir.
Yazar bunun o dönemin
kahinlerinin
yaptıklarını/söylediklerini 'Oracle'lardan kaynaklandığını
belirtmiştir.
* Apollonius 'DA' rastlantı bu ya, tıpkı İsa Mesih
gibi
mabedleri ve tapınakları dolaşmış ve buradaki 'çarpık ve yoz'
dinsel öğretileri eleştirmiştir.
Bir farkla ki İsa, Yahudi
sinagoglarını,
Apollonius ise Pagan tapınaklarını gezmiş ve eleştirmiştir.
* Apollonius 'DA' tıpkı İsa gibi, faizci ve rüşvetçi tefecilerle
tartışmış
onların insanlara zulüm ve acı getirdiklerini söylemiş ve onların
kentlerde ve de özellikle mabedlerden çıkartılmalarını istemiştir.
* İncil'de İsa'nın sinagogun avlusundaki tefecilerin para masalarını
nasıl devirdiği anlatılmaktadır.
Apollonius her gittiği kentte bu
kişilerle
tartışmıştır.
*Tıpkı İsa Mesih gibi, Apollonius 'DA' (Deus Absconditus) insanlara
kötü
huylarından ve uygulamalarından vazgeçerlerse, kendilerine 'yeni
bir yaşam'
verileceğini muştulamıştır. Bir farkla ki, İsa bu yeni ve
'ölümsüz'
yaşamın kendisinden geleceğini söylemiş -ya da Kilise babaları
onun
ağzından söylemişler- Apollonius ise bunun Pagan Tanrıları
tarafından
verileceğini öne sürmüştür.
* Tıpkı İsa Mesih gibi, Apollonius da 'Yeryüzünün' tüm inkanlar için
olduğunu hiçbir zalimin ve/veya tiranın yeryüzüne 'El'
koyamayacağını
ve insanları köleleştiremeyeceğini vaaz etmiş ve insanları
zalimlere
karşı çıkmaya çağırmıştır. Bir farkla ki, İsa Apollonius gibi
bu çağrısının arkasında durmamış ve gösterdiği cesaretsizlik
nedeniyle Yahudilerin umutla bekledikleri 'Mesih' olabilme şansını
yitirmiştir. Apollonius ise zindanda bile çağrısını yinelemekten
çekinmemiştir.
* Tıpkı İsa Mesih gibi Apollonius 'DA' konuştuğu zaman Peygamber ya
da
W.C. Frend'in deyimiyle bir 'Yasa yapıcı' (Lawgiver) gibi konuşmuş
ve söylediklerinin
uygulanmasını yanlışların düzeltilmesini, hatalardan dönülmesini
sağlamak istemiştir. Bir farkla ki, İsa'nın vaaz ettikleri,
muhtemelen
10/15 kişi tarafından hayata geçirilmiş, Apollonius'un sözleri ise
tüm
Pagan dünyasında yankılanmış ve hayata geçirilmiş. Bunların hayata
geçirilmesinde, krallar, imparatorlar, Apollonius'un işaret ettiği
yanlışların
ve hataların düzeltilmesinde ondan sözünü dinleyerek özel emirler
ve
fermanlar yayınlamışlardır.
* Örneğin bir Pagan geleneği olan
'kurban' edilmesinin yanlış olduğunu ilk kez Apollonius tarafından
dile getirilmişti.
Göze gözükmeyen tanrı
Sözü uzatmaya ve tümünü karşılaştırmaya sanırım gerek yoktur.
Zaten karşılaştırmalar, bu dizinin yazarından çok önce,
yüzyıllardır
tüm ayrıntılarıyla yapılmıştır. Olayın özü şudur: İncil'in
Yeni Ahit bölümünde İsa Mesih'e atfedilen birçok özellik,
mucizeler
de dahil 'İntihal' izlemini vermektedir. Bunların birçoğu, İsa'nın
ağzından
çıkmamış sözlerdir. Bunların bir çoğu İsa Mesih tarafından
yapılmış
işler ve mucizeler değildir. İsa nasıl ki, babasız doğarak 'Baba
Tanrı'nın Oğlu' yapılmışsa 'Tanrı Oğlu' yapmak fikri İncil'den en
az 1000 yıl önce Hindistan'da ve Mısır'da uygulanan bir gelenekti.
Ölü
Deniz'de bulunan 'Oumran' belgelerinde İsa'nın da kuvvetle
muhtemelen
esinlenmiş ve etkilenmiş olduğu Esseneler, İÖ 200 yıllarından beri
'Seherin/Şafak'ın Oğlu/Oğulları' (bene ha-shahar) ile 'Işığın
Oğulları'
ayırımını yapıyorlardı. Eldeki okunmuş belgelere göre,
Esseneler'in Belletici Öğretmeni
(maskil) henüz
belirli olgunluğa gelerek/ulaşarak 'Işığın Oğlu' olmamış genç
tilmizlere 'Seher'in Oğulları, burada öğreneceklerimizi tam olarak
uygularsanız, yeniden yaşam yoluna dönersiniz' diyerek onları
uyarırdı,
gelenek böyleydi. (and returned to the path of life).
Gerçekte
İncil'de
kendini gizleyen, gözlere gözükmeden İncil'in sayfalarında dolaşan
'Deus
Absconditus' (invisible God), göze görünerek bu sayfalarda
'Dolaştırılmış'
olan İsa Mesih değil, doğrudan doğruya Apollonius'tur, denilse
yanılgı
olmaz kanısındayım.
Aytunç Altındal ile bir söyleşi:
'Da Vinci Şifresi'ndeki olaylar da kurgu mu?
- Tamamen bir kurgu.
Türkiye'nin Niğde ilinin bugün Kemerhisar dediğimiz, geçmişte Tiana diye bilinen -Hititlerin başkenti olan Tuvana- şehrinde Apollonius diye bilinen bir ermiş var.
O da İsa gibi babasız doğmuş kabul ediliyor.
Pagan. Apollo'nun oğlu diye biliniyor.
Doğduğu zaman 'Tanrı'nın oğlu' deniyor.
Tarsus'ta, Aziz Paul'un şehrinde eğitim görüyor.
Pisagorcu gizli bir teşkilata da üye yapılıyor.
Mucizeleri var.
İsa ile aradaki fark şu; Apollonius'un mucizeleri Roma imparatorluk kayıtlarında geçiyor.
Sıfırla 90 yılı arasında yaşamış.
Araplar arasında Balyanus Usta adıyla biliniyor.
Hakkında yazılan kitaplarda 'insan suretindeki Tanrı olduğu'ndan söz ediliyor.
Bunu da yazdırmış olan İmparatoriçe Julia Domna.
Roma İmparatorluğu diyor ki 'İsa diye birisinin kaydı yok!' Apollonius'un var.
Hani o meşhur İsa'nın adam diriltmesi, işte bu olayını Apollonius Efes'te yapıyor, genç bir kızı diriltiyor. Mucize falan değil.
Adam gayet net: 'Ben şifacıyım, tabiatta böyle olaylar var, hasta kızı bitkilerle canlandırdım. İkinci kez dirilt derseniz, yapamam.' Yani Tanrı olma iddiası yok.
Daha sonra Kilise Babaları, Hıristiyanlığı Konstantin'e kabul ettirmek için böyle bir olay yaratıyorlar.
İşte bu hikâyeyi, Apollonius'un hayatını alıp İncil'de İsa'ya atfediyorlar.
Hz. İsa'nın yaşamı Niğdeli Apollonius'tan kopya edilmiş öyle mi?
- Resmen intihal.
Bu intihal sonucunda tartışma o kadar büyüyor ki Tapınak Şövalyeleri'ne, Gül ve Haç Kardeşliği teşkilatına, Masonlara kadar geliyor.
Neyi savunuyorlar?
- Diyorlar ki aslında İsa diye birisi yoktu.
Apollonius'un hayatı 1501'de yayımlanıyor, Kilise bunu hemen yasaklatıyor.
Hollanda'da yüz yıl sonra Gül ve Haç Kardeşliği teşkilatı kitap çıkarıyor, o da engelleniyor.
Onlar Vatikan'ı, 'Apollonius'un hayatını alıp İsa Mesih diye bir Tanrı yaratmakla' suçluyorlar.
Apollonius Ayasofya'daki İsa mozaiği mi?
- Evet, bakıldığında İsa gibi duruyor fakat özel bir şifre var, kaşının üstünde 11 işareti var.
Gizli teşkilata girenlere böyle bir işaret konuyor,
Apollonius 16 yaşındayken Pisagorcu bir gizli teşkilata girmiş,
Urfa-Harran bölgesinde 11. yüzyıla kadar Apollonius'a tapıyorlar.
Fakat biz buna Apollonius dersek bizi keserler diye İsa suretinde Apollonius'lar yapıp 11 işaretini koyuyorlar. 1954'te Amerika'da Alice Weston bu olayı güncelleştirdi.
1990'lara gelindiğinde Türkiye'de Kemerhisar kazılarının yapılması meselesini ben gündeme getirdim. Apollonius diye biri var mı, çıksın ortaya diye.
Türk hükümeti maalesef buna para ayıramadı.
Olayın özü şudur: İncil`in Yeni Ahit bölümünde İsa Mesih`e
atfedilen birçok özellik, mucizeler de dahil ‘intihal` izlemini
vermektedir. Bunların birçoğu, İsa`nın ağzından çıkmamış
sözlerdir.
Bunların birçoğu, İsa`nın ağzından çıkmamış sözlerdir. Bunların
bir çoğu İsa Mesih tarafından yapılmış işler ve mucizeler
değildir.
İsa nasıl ki, babasız doğarak ‘Baba Tanrı`nın Oğlu` yapılmışsa
‘Tanrı Oğlu` yapmak fikri İncil`den en az 1000 yıl önce
Hindistan`da ve Mısır`da uygulanan bir gelenekti. Ölü Deniz`de
bulunan`Oumran` belgelerinde İsa`nın da kuvvetle muhtemelen
esinlenmiş
ve etkilenmiş olduğu Esseneler, İÖ 200 yıllarından beri ‘ Seherin/
Şafak`ın Oğlu/Oğulları` (bene ha-shahar) ile ‘Işığın Oğulları`
ayrımını yapıyorlardı. Eldeki okunmuş belgelere göre, Esseneler`in
Belletici Öğretmeni (maskil) henüz belirli olgunluğa gelerek /
ulaşarak
‘Işığın Oğlu` olmamış genç tilmizlere ‘Seher`in Oğulları,
burada öğrendiklerimizi tam olarak uygularsanız, yeniden yaşam
yoluna
dönersiniz` diyerek onları uyarırdı, gelenek böyleydi. (and
returned
to the path of life) . Gerçekte İncil`de kendini gizleyen, gözlere
gözükmeden
İncil`in sayfalarından dolaşan ‘Deus Absconditus` ( invisible God)
gmze görünerek bu sayfalarda ‘Dolaştırılmış` olan İsa Mesih değil,
doğrudan doğruya Apolonlius`tur, denilse yanılgı olmaz
kanısındayım.
İncil`de adı geçen tam on Meryem vardır ve bunlardan İsa`nın
annesi
olarak gösterilen ‘Bakire Meryem` dışındakilerin kimlikleri koyu
bir
sis perdesinin ardına saklanmıltır. Bu on Meryem`den hangisinin
Maria
Magdelana olduğu da belli değildir.Hatta Maria Magdelan`nın,
İsa`yı
yetiştirmiş olan bir süt anne olduğu bile iddia edilmiştir.
İsa Mesih, annesini dışında tutarsak bu dokuz Meryem`den biriyle
gerçekten
de evlenmiş miydi. Acaba? Günümüzde çok bilinenve tartışılan bu
konu Hıristiyanlığın 2000 yılına damgasını vurmuştur. Bu
tasarınmsal
evlilik konusunda daha ilk yüzyıldan başlayarak kitaplara konu
olmuş
sayısız tartışma yaşanmıştır. Şimdi kısaca bu tartışmalardan
bazılarını görelim.
İlkin İncil`de yer alan şu on Meryem`i görelim. Bunlar sırayla,
İsa`nın
annesi Kutsal Bakire Meryem, Havari James`in annesi Meryem,
Evangelist =
İncil`in dördüncü kitabının yazarı Yuhanna`nın (John) annesi
Meryem, kim olduğu bilinmeyen esrarengiz bir kadın olarak kalan ve
sadece ‘Öteki` (Other) diye tanıtılan Meryem, fahişe Meryem, Mary
Jacoby diye adı ve soyağacıyla belirtilmiş olan Meryem, Maria
Magdalena (Mecdelli Meryem), Mark`ın yazdığı ikinci kitapta adı
geçen
Bethany`li Meryem ve son olarak da Mısırlı Meryem`dir. İlginçtir
ki
16.yy`da iki Meryem daha eklenmiştir bu listeye.
El Greco`nun Mecdelli Meryem Tablosu
Şöyle ki, İsa`nın annesi Meryem`in annesi Hannah (Anna) İncil`de
anlatıldığına göre kısırdı. Bu aynı zamanda tüm Kutsal Kitap`taki
beşinci kısır kadındır.Daha sonra, Tanrı`nın lütfuyla hamile kalıp
Meryem`i doğurmuştur. 16.yy`da bu klasik anlatım bir hayli
tartışılmış
ve bazı din adamları bunun doğru olmadığını ,üçüncü yüzyılda
uydurulduğunu ve amacın da İsa`nın annesine kutsiyet atfedebilmek
için
Kutsal Kitap`taki Abraham (İbrahim Peygamber) ve eşi Sarai`yi
örnek
alarak Hannah`ı da kısır yaptıkları şeklindeki iddiaydı. Özellikle
Protestanlığın ilk kuruluş yıllarında ortaya atılan bu iddiaya
göre
Hannah kısır değil tam tersine üç evlilik yapmış ve her kocasından
bir kız çocuk evlat edinmiş ve içinüde Meryem adını vermişti.
İsa`nın
annesinin bu hesaba göre kendisinden yaşça çok genç neredeyse İsa
ile yaşiı iki de ‘Bebek Teyzesi` vardı. Protestanlar bu nedenle
Bakire Meryem`e hiçbir kutsiyet atfetmezler ve onun sadece
Tanrı`nın
‘Biricik` Oğlu`nun yeryüzüne gönderilmesinde kullanılmış bir araç
daha doğrusu bir tekne (=Vessel) olduğunu öne sürerler.
Bu on iki Meryem`den Mısırlı ve Bethany`li Meryemler 17.yy`dan
itibaren
Maria Magdelena il özdeşleştirilmişler ve bazı din adamlarına göre
bu şekilde anılmışlardır. Nedir ki bu konuda tam bir anlaşma
sağlanabilmiş
değildir. Bunlara ek olarak yine bu oniki içinde yer alan ve
toplumsal
statüsü itibarıyla Yahudi cemaatinde daha üst bir düzeyde olan
Haham
Cleophas`ın eşi Meryem vardır . Bu Meryem de İncil araştırmacıları
için bir sorundur. Çünkü bunun işte yukarda sözünü ettiğim
Hannah`ın
iç kızından biri olma olasılığı vardır.. Bu durumda İsa`ya en çok
karşı çıkan Haham`ın karısı İsa`nın küçük teyzelerinden biri
olmaktadır. Özellikle de 20. yy`da yapılan bilimsel araştırmalara
göre
İsa`nın tabii eğer böyle birisi yaşadıysa evlenmiş olabileceği
Meryem`in, Maria Magdelena olması gerektiği konusunda genel bir
kabul
vardır. Tinede bazı araştırmacılar evlilik adayı olarak Bethany`li
Meryem`i de göstermektedirler. Onlara göre Maria Magdalena ile
Bethany`li
Meryem iki ayrı kadındırlar ve ikiside İsa il evlenmek
istemişlerdir.
Çok gerilere gitmeden çağımızdaki yartışmalara bakarsak İsa`nın
‘Evlilik` yapıp yapmadığı sorunu ile doğrudan bağlantılı ilk
blimsel çalışmanın 1970 yılında Protestan ilahiyatçı William E.
Phipps tarafından gerçekleştirildiğini görüyoruz. Bu Protestan
ilahiyatçı 20. yy`daİsa`nın evli olup olmadığını sorgulayan ve
‘Evli` olduğunu öne süren ilk akademisyendir.. Prof. Phipps,
kitabında
ilk dönem Kilise Babaları`ın bu gerçeği örtbas ederek İsa`ya
Tanrısal
bir görev (Mesihlik) atfedebilmek için onu ‘Evlilik ve Kadın`
düşmanı
gibi takdim ettiklerini iddia etmiştir.. Gerçekten de İncil ‘in
Herüstik
vr Hermeneutik ( iki ayrı bilimsel okuma yöntemi) okumalarında
İsa,
gerçekte olmadığı ve olamayacağı kadar evlilik aleyhtarı ve kadın
düşmanı gibi sunulmuştur. Özellikle de Aziz Pavlus (Paul )
tarafından
yazılan metinlerde kadınlardan uzak durulması istenmiş ve
ilginçtir
ki kadınların Kilise`ye geldiklerinde en arkada ve başları ve
yüzleri
örtülü olarak sessizce oturmaları istenmişti. Yine Aziz Paul`un
koyduğu
bir kurala göre kadınların kutsal metinlere el sürmeleri ve kutsal
kabul edilen objelere yaklaşmaları yasaklanmıştır. Bu öylesine
sert
uygulanmıştı ki, Hıristiyan kadınlar yözyıllarca İncil`i
okuyamamışlar
ve ona el sürememişlerdi. Bu saçma yasağı kaldıran ilginçtir
ki,eşlerini
öldürmekle ünlenmiş olan İngiltere Kralı VIII. Henry olmuştu.
VIII. Henry, Katolik Kilisesi ile bağlarını kopartarak bağımsız
bir
Kral olabilmek için mücadele etmişti. Ve ilk kez bu kral kızını
karşısına
oturtarak tüm saray mensuplarının önünde Papa`nın yasağını
kaldırdığını
ve kızının (Elizabeth) İncil`i tutarak okuyacağını açıklamıştır.
Böylelikle İncil`in kadınlar tarafından okunabilmesi ilk kez
16.yy`da
önce İngiltere`de sonra da yavaş yavaş Avrupa`da yaygınlaşmıştır.
İncil`de Mecdelli Meryem`in adı pişman olmuş fahişe olarak geçer.
Buna göre, İsa bir gün havarileriyle dolaşırken mesleğini icra
etmekte olanbu kadına rastlar ve ona hiçbir söz söylemeden bir
süre
bakar. Kadın (MM) birden silkinir ve fahişeliği bırakarak İsa`nın
aradıkları arasına katılıverir. Bu İsa`nın mucizelerinden biri
olarak gösterilmiştir. Oysa özellikle 1960 ‘dan sonra Harvard`lı
ilahiyatçılar bu fahişelik meselesinin de tıpkı diğer bir çok
uydurma gibi İncil`e sonradan ve özellikle de İmparator Konstantin
‘in isteği ile kararlar almış olan İznik Konsil`yle birliktr
eklendiğini
saptamışlardır. Bu ilahiyatçılara göre Mecdelli Meryem, bırakın
fahişe olmayı, gizli bir ezoterik örgütün ‘Baş Rahibelerinden
biriydi.Dahası İsa`nın bilmediği birçok sırrı bu Meryem İsa`ya
aktarmış ve onu hem eğitmiş hem yönlendirmişti. Bu iddia özellikle
İngiliz ve Amerikalı kadınlı erkekli çok geniş bir ilahiyatçılar
topluluğu tarafından savunulmaktadır. Vatikanise onların bu
istekleri
ve iddiaları karşısında şimdilik sessiz kalmayı her zamanki gibi
seçmiş
görünmektedir. Yine de İncil`in düzeltilmiş yeni basımının
hazırlandığı
şu dönemde hiç değilse İsa`nın annesi Meryem`in hamileliği ile
ilgili bazı düzeltmelerin yapılacağı tahmin edilmektedir.
Mecdelli Meryem`in, fahişe değil gizli bir- Mısır kökenli ve İsis
çıkışlı-
örgüt üyesi olduğuna dair kanıları güçlendiren belgeler 1947`de n
sonra bulunan ve /veya ortaya çıkartılan bazı ilk dönem
İncillerinden
ve yine o yıllarda yazılmış olan bazı gnostik İncil`lerden
kaynaklanmıştır. Bunların en önemlisi işte bu yeni bulunan
‘Mecdelli Meryem İncili`dir. Klasik İncil`de fahişe olarak
tanıtılan
bu Meryem`in Gnostiklerce yazılmış olan yaşamında bambaşka bir
profil vardır. Bu incilerde Meryem ‘Dişil İlkeyi` (Sofya=Hikmet)
temsil eden bir tür Bilge Kadın ve Baş Rahibedir. Bu iddia İncil
terminolojisi ve literatüründe için çok tehlikeli bir belgedir.
Çğnkğ
İznik Konsili`nde İsa, ‘ Logos` adı verilerek ‘tanrı`nın Kelamı
ve Hikmeti` yapılmıştı. Dolayısıyla dişil ilke ‘Eril=Logos`
yapılarak
İsa`ya mal edilmişti.
Bu Gnostik İncil`den sonra 1990`larda bu kez bir de ‘Gerçek`
Markus İncil`i
bulundu. Kısaca ‘Markus`un Gizli İncil` diye bilinen bu metinlerde
de
Bethany`li Meryem`in İsa ile olan ilişkileri anlatılmıştı. Klasik
İncil`de
anlatılanlardan çok farklı olan bu anlatımda ayrıca ‘Öteki` diye
adlandırılan kişi olan esrarengiz Meryem`in İsa`ya yardım için
uzak
bir yerden gönderildiği şeklinde pasajlar vardır.
Kısacası klasik anlatımda yer alan fahişelik olayı ‘kadın düşmanı`
Kilise Babaları`nın bir uydurmasıdır, diyebiliriz. Kaldı ki, kesin
olan Mecdelli Meryem`in ve / veya Bethany`li Meryem`in İsa`nın
gömüldükten
sonra mezarının ‘Boş` olduğunu gören ilk kişi olduğudur.. Gnostik
yazarlara göre ise Üç Meryem bunu birlikte görmüşlerdir. Üçüncüsü
Havari James`in annesi Meryem`dir. Bu sonucu Meryem`in ardında
İncil`deki
‘En` esrarengiz kişi sayılan zengin ve kültürlü bir Yahudi
vardır..
Bu esrarengiz adam, Joseph Arimeteadır. Gerçekte İsa`nın gömülmesi
için
yapılan mezar bu adama aitti ve Meryemler`in ‘Boş` buldukları
mezar
buydu – çünkü Joseph Arimetea ölmemişti ve İsa`nı bedenini
Çarmıh`tan
indirme hakkını Romalı garnizon komutanı ona vermişti.
Joseph Arimetea ‘yı ilginç ve esrarengiz yapan husus adının
Havariler arasında geçmemesine rağmen Dört İncil`de de
(Gospellerde)
Tartışmasız geçmesi ve dördünde de hiçbir değişiklik yapılmadan
aynı şekilde zikredilmesindedir.
Adıyla ve sanıyla anlatılan bu adam kimdi? Romalı Komutan, İsa`nın
Çarmıh`tan indirilme hakkını – bu o dönemde çok önemliydi- niçin
İsa`nın annesine ve havarilere değilde bu adama vermişti. Bu
sorular
çok önemlidir. Çünkü İsa`nın Çarmıh`tan erken ve henüz ÖLMEMİŞKEN
indirilmiş olması olasılığı vardır. Bunu bilen tek kişi işte bu
Arimetea idi. İlginç olan Arimetea`nın İsa`yı idama gönderen
Yahudi
Yaşlı Yargıçlar Kurulu Sanhedrin`in ‘En Saygın` Baş danışmanı
olmasıdır. Gnostik İncil`lere göre , Arimetea, İsa`yı henüz
ölmeden
Çarmıh`tan indirmiş ve İsa kendisine çok gizli bir sır vererek
onun
bu sırra uygun davranmasını istemiştir.
VATİKAN`IN GİZLİ YÜZÜ
Gnostik İnciller`de anlatıldığına göre Arimetea`ya akratılan sır,
İsa`nın kanıyla ilgilidir. Arimetea bu nedenle bir kase alıp
İsa`nın
kanının bir kısmını toplamıştır. İsa`nın eşini ve çocuğunu
alarak İngiltere`ye giden Arimetea soylular tarafından
korunmuştur.
Kral Arthur ve Şövalyeleri, Kutsal Kase`nin saklandığı şatodan
yetişmiştir.
KATOLİK KİLİSESİ`Nİ NE BEKLİYOR
Bugün Vatikan kısa adıyla tanınan dini ve seküler kurum gerçekte
son
2000 yıldır sayısız entrika ve oyunlarla ayakta durmuştur. Gelip
geçmiş
olsun 264 Papa`dan en az otuz kadarının doğal ölümleriyle
ölmedikleri
bilinmektedir. Bu Kilise sadece Tyanalı Apollonius değil, kendi
katı
‘‘dogmalarına`` karşı çıkan herkesi ortadan kaldırtmıştır.
Buna karşılık kendi içinde her türlü büyü ve sihir ile uğraşmış
papalar da vardır. Örneğin XXII. John bunlardan biriydi. Aynı
şekilde
Katolik Kilisesi tarafından lanetlenmiş olan Mason örgütlerine ve
benzeri kuruluşlara üye olmuş sayısız Kardinal hatta papalar
vardır.
Örneğin Türk Papa diye yutturulan XXII. John gerçekte Gül ve Hac
Örgütü`nün
üyesi yapılmıştı ve hem de Türkiye`de görevli bulunduğu sırada!
Vatikan ile ilgili en ilginç kehanet ise Nostradamus`tan değil
doğrudan
doğruya Kilise`nin içinden gelmiştir. Bir önceki papa I.John Paul
ileride Vatikan`ın yer değiştireceğini ve muhtemelen yeniden eski
ikametgahı olan LATERAN`a döneceğini ve kendi içinde doktrinler
açısından
büyük bir temizlik yapacağını öngörmüştü.
Nostradamus`a gelince. Bu Yahudi asıllı ‘‘Kahin`` tüm bilgisini
başta
İbn-i Arabi olmak üzere Arap/Yahudi kaynaklarından almıştı.
Bunların
arasında Tyanalı Apollonius`un NUCTEMERON diye bilinen ‘‘Şifreli``
deyişleri de vardı.
Nuctemeron`da yer alan 12 kehanet ve Nostradamus`unkiler
karşılaştırılırsa
aralarındaki farklar ve benzerlikler şaşırtıcı sonuçlar verir.
Kaldı
ki Nostradamus`u 1941`de dünya kamuoyuna tanıtan Karl Haushoffer
olmuştu.
Alman Gizli Servisinde görevli olan bu akademisyen Hitler
veNaziler`in
‘‘Manevi`` lideri durumundaydı. Haushoffer 1945`te intihar etti.
Vatikan bir gayya kuyusudur. Üç günlük bir yazı dizisinde tamamını
anlatabilmek olası değildir. Ancak bu kuruma karşı olan
Hıristiyanlar
günümüzde artık daha etkili çalışmalar yapmaktadırlar. Ve belki
inanması güç gelecektir ama, tüm bu gruplar arşivlerinde Tyanalı
Apollonius`un yazılarını ve eserlerini saklamakta ve üyelerinden
bunları okumalarını istemektedirler.
Nednedir bilinmez, İsa Mesih`i Çarmıh`tan indiren ve onu
‘‘beşeri``
haliyle son gören ve ona dokunan kişi Joseph Arimetea olduğu halde
kendisi Katolik Kilisesi tarafından ‘‘Aziz`` ilan edilmiştir. Oysa
İsa`yı görmüş ve konuşmuş olduğu varsayılan kişiler bile geçen
yüzyıllar içinde Aziz yapılmışlardı. Katolik Kilisesi`nin
Index`inde
10,00`den fazla Aziz ve Azize vardır... Benzer şekilde
Meryemlerden de
sadece ikisi(Bakire ve Mecdelli) azize ilan edilmişler, diğerleri
görmezlikten
gelinmiş.
İsa ile aynı dönemde yaşamış olan Gnastiklere göre İsa son
nefesini vermeden Arimetea`ya çok gizli bir sır aktarmıştır.
Gnostik
İnciller`de anlatıldığına göre bu sır İsa`nın kanıyla ilgilidir.
Arimetea bu nedenle bir ‘‘Kase`` (Graal) alıp İsa`nın böğründen
akmakta olan kanın bir kısmını toplamıştır. Ancak yine aynı
kaynaklara göre İsa, Arimetea`ya eşini (Mecdelli Meryem) ve
çocuğunu
alarak uzak bir ülkeye götürmesini istemiştir. Bunu üzerine
Arimetea`a
yanındakilele birlikte çok uzağa, İngiltere`ye gitmiş ve burada
ilginçtir
ki Evalach ve/veya Mordrains adlı soylular tarafından korunmuştur
bu kişiler
aynı zamanda kaseyi saklamak için bir manastır inşal ettirmişler
ve
Kasenin bekçisi olarakta Arimetea`nın kayın biraderi Brons`u ‘‘Baş
Gardiyan/Koruyucu`` olarak atamışlardır. Bu bekçilik görevi daha
sonra Brons`un oğlu Allain`e geçmiş ve bu kişi de Corberic de bir
şatoya
saklamıştır. Kutsal Kan Kasesini. İşte bu şatodan yetişen Kral
Arthur ve Şövalyeleri Kaseye sahip oldukları için insan üstü işler
yapmışlar ve ilk ‘‘Gizli`` Kardeşlik örgütünü kurmuşlardır.
Buraya kadar anlatılanlar Kutsal Kase Efendisi`nin Batıdaki
versiyonudur. Oysa bu efsane ilginçtir ki, 12.yy`da
İspanya`da/Toledo`da
ortaya çıkmıştı ilk kez. Ve şaşırtıcı gelebilir ama İran/Fars
kaynaklı bir kitapta da yer almıştır. Efsaneyi batıya taşıyanlar
ünlü
Tapınak Şövalyeleri olmuştur.
Muhtemelen 11.yy.`ın sonlarında Toledo`ya getirilen bu Farsça
efsane,
Latinceye çevrilmiş ve ‘‘Flegitanis`` adlı gerçekte var olmayan
bir Katolik`e maledilmişti. Gül ve Hac kardeşliği gizli örgütünün
imparator statüsündeki üstadı (1950`lerde) Lewis Harvey Spence`in
yaptığı
açıklamaya göre kitabın özgün adı farsça olarak ‘‘Felekedane``
idi.
İSA ÇİÇEKTİR, GÜL VE HAÇ`TADIR.
Gül ve Hac örgütünden daha önce söz etmiş ve 20.yy`da bu örgüte
üye olmuş yada bağlantı kurmuş en az bir papa bulunduğunu
söylemiştim.
Bu papayı tanıtmadan önce Gül ve Hac sembolizminin Hıristiyan
ezoterizmindeki (Batınilik, gizli öğreti) yerine bakalım.
İsa çarmıha gerildiği zaman hemen ölmemişti. Büyük bir ızdırap
çekiyordu. Bunu gören bir asker dayanamayıp mızrağı ile İsa`nın
böğrüne
bir darbe vurmuştu. Askerin amacı İsa`nın daha fazla acı çekmeden
bir an önce ölmesini sağlamaktı. İsa`nın böğründen akan kan,
ayaklarından ve ellerinden çivilenmiş olduğu haçın dibine damlamış
ve inanca göre İsa`nın kanının damladığı haçın dibinde
birdenbire güller yeşermeye başlamıştı. İşte bu Gül ve Kan İsa`nın
tensel canıydı. İsa bir çiçek olmuştu ve açmıştı. Bu olayda
kuşkusuz
haçta önemli bir anlama sahipti. Çünkü haç olmasaydı İsa`nın
kanının
Gül`e dönüştüğü de bilinemeyecekti.
Ama bu anlatım Gül ve Hac konusundaki sayısız söylenceden sadece
biri, belki de en çok kabul görmüş olanıdır. Başka
değerlendirmelerde
vardı. Ünlü Ezoterist Arthur Edward Waite`ın anlattığına göre Gül,
İsa`nın kanı olmasının yanı sıra, haçın esrarengiz mesajını
iletmek için kullandığı ışıktır. Yine aynı kaynağa göre Gül,
gerçekte ‘‘Çiğ Damlası`` demektir ve bu haliyle de İsa`nın
Hıristiyan
Gonostisizmindeki (Rafızilik) sembolüdür. Aynı zamanda Gül,
Orataçağ`daki
yazılışıyla RAS (Rose) kelam demektir ve sayısal değeri itibariyle
de R=200; O=75, S=90, E=365`i vermektedir. Bu nedenle günümüzde
kullanılan
takvim sistemini kuran Papa Gregor tarafından bir Yılın 365 gün
olması
uygun görülmüştür. Böylelikle İsa`nın yılın her gününe damgası
vurması sağlanmıştır. Bu sistematikte İsa yine çiçek olarak
değerlendirilmiştir.
Çünkü NASIRA kentinden geldiği için kendisine Nasıra`lı İsa
denilen Tanrı`nın Oğlu, Nasıra, (Nazereth) çiçek anlamına geldiği
için böyle anılmıştır. İşte Gül ve Hac örgütü, gülün ve haçın
bu türden olağanüstü ve mucizevi yönlerinin bulunduğuna inanmış
şövalyeler
tarafından 2.yy`da Kudüs`te kurulmuş ve günümüze kadar çeşitli
dünya
olaylarına karışarak gelmiştir.
MASONİK MİSYONERLİK
Hıristiyanlıkta gizli örgütler İsa`nın çarmıha gerilişinden
sonra, hatta bizzat onula birlikte vardırlar demek mümkündür.
Örneğin
Spekülatif Masonlar, İsa`nın ilk mason olduğunu düşünürler. Bunun
geçmişi daha önce anlattığım Templar Örgütü`ne dayanır. Ve
temelinde Essene diye bilinen küçük bir Yahudi cemaati vardır. Ne
olduğu
ve kim oldukları tam bilinmeyen bu cemaat, iddialara göre, İsa`yı
yetiştirmiş
ve Yahudi Krallığı`na sahip olmak istemiştir. Ve yine inanışa
göre,
çok gizli ve esrarengiz bir Suriyeli cemaat, İsa`nın
öldürülmesinden
sonra bu sırları saklamış ve Haclı Seferleri sırasında Templar
Şövalyeleri
tarafından korunan bu küçük cemaat, Avrupa`ya kaçırılmıştır.
Burada gözlerden uzak olsunlar diye İskoçya`ya yerleştirilmiş ve
daha
sonra da Avrupa`ya giderek Templar`ın yardımıyla ‘‘Masonik
Misyonerliği`` başlatmışlardır. Böylelikle iki adım doğmuştur.
Bunlardan biri Meryem`e dayandırılan ‘‘Dul Kadının Oğulları``
Örgütü,
değeri de Sufi Masonluğudur. Hen neyse, konumuz bu olmadığı için
bunu geçelim ve gelelim günümüzde en gizli ve en güçlü Katolik
örgütü
OPUS DEI`ye.
PAPA II. JEAN PAUL`U TAHTA OTURTAN ÖRGÜT
İsviçreli parlementer ve toplum bilimci Jean Zeiegler`in dediğine
göre
OPUS DEI, kendisiyle komünizm kadar mücadele edilmesi gereken
gizli çalışan
aşırı sağcı bir harekettir. Ve işte Polonyalı kardinal, şair ve
aktör Karol Wojytla`yı Papa II.Jean Paul olarak Vatikan`daki tahta
oturtan bu örgüttür.
Karol, papa seçilince Cizvitlerin başı Peter Pedro Arrupe hemen
muhalefete başladı. OPUS DEI, tarafından seçtirilen papayı
tanımamakla
tehdit etti. 1983`e kadar Cizvitler II.Jean Paul`a karşı muhalefet
ettiler bu arada papaya suikastler düzenlendi. Porkekiz`de oturan
Arrupe`nin
taraftarı bir papaz, papayı tahtında otururken bıçakla saldırarak
öldürmek
istedi. Papa ise OPUS DEI Vatikan`da tüm dizginleri eline alıncaya
kadar
bekledi. 1983`te Cizvitlere karşı taarruza başladı. Kişisel
yetkisini
kullanarak Cizvitler`e yeni bir önder seçilmesini sağladı. Bu, 54
yaşındaki
Hollandalı Cizvit Hans Kolvenbach`dı. Bu seçimde papanın adamı
diye
bilinen Kolvenbach`ın seçilmesi Cizvitleri yeniden ateşledi. Bu
kez doğrudan
OPUS DEI`yı hedef alan saldırılara başladılar. Ve OPUS DEI`yı,
aynen
Katolik Kilisesindeki Mason Locaları olarak tanımladılar. Bunu
karşılık
papada onları Latin Amerika`da Marksistlerle dayanışma halinde
olmakla
suçladı. Papa bir risale yayınlayarak Marksizmi kınadı.
Cizvitlerde
buna karşı papanın Latin Amerika`daki kapitalist sömürüyü,
adaletsizlikleri ve işkenceleri görmezden gelmekte olduğunu ve
yoksulları insan yerine koymadığını vurguladılar. Konu daha sonra
insan hakları tartışmasına geldi. Cizvitler ısrarla insan
haklarını
savundular. Papa da köşeye sıkışınca Vatikan`ın daima insan
haklarından
yana olduğunu yayınladığı bir risaleyle tekrarladı. Tartışma
büyüdü.
Bu arada papa, tarihte ilk kez olarak doğrudan OPUS DEI üyesi
olduğu açıklanmış
olan bir gazeteciyi, 48 yaşındaki ABC Gazetesinin Roma muhabiri
İspanyol
asıllı Joaquin Navorro-Valls`ı Vatikan`ın basın sözcüsü yaptı.
Böylelikle
sadece Kardinallere ayrılmış olan böylesine önemli bir göreve
tarihte ilk kez din adamı olmayan, laik bir kişi atanmış oldu.
Papa,
ayrıca, 1984`e kadar Cizvitler tarafından yönetilen Radyo
Vatikan`ın
başına da laik bir şahsı atamıştı.
Gizli gelenek denildiğinde anlaşılması gereken nedir? İlkin şunu
belirtmek gerekiyor: Gizli kavramı(Secret) bu gelenek içinde
‘‘Okült``
anlamında kullanılmıştır. Katolik Kilisesi`nin vahşi saldırılarına
mahsur kalmış olan alşimist, hermetist, okültist ve ezoteristles
‘‘Gizli`` sözcüğünü kullanmaktan çekinmişler ve bunun yerine sır
anlamına gelen ‘‘Secret`` sözcüğünü kullanmışlardı.
Gelenek sözcüğü de benzer şekilde ‘‘Hafifletilmiş`` Burada
‘‘Gelenek``derken toplumda bilinen ve anlaşılan anlamıyla
‘‘Gelenek``kast edilmiyordu; kast edilen ‘‘Kabala``
idi./NOT:Kabala, sözcük anlamıyla gelenek demektir). Öyleyse
‘‘Gizli Gelenek`` denildiğinde insanlığın ilk dönemlerinden beri
uğraştığı ‘‘Okült`` uygulamaları ile daha sonraki yy.larda,
özellikle
de 11, ve 12, yy.lardan itibaren gelişen ve içinde Yahudi
Kabalizmi`nin
de yer aldığı tüm yasaklanmış ilim ve bilim kümeleri kast
ediliyordu. Bu en geniş anlamıyla ‘‘Gelenek`` (Tradition) okült
örgütlerinin
anladığı ve kullandığı bilimdi. Bunun için de Helen, Yahudi, Roma,
Antik Mısır, Sümer, Babil, Hint ve Çin ‘‘Geleneklerinden`` fizyon
yoluyla taşınmış öğeler vardır. Ancak en güçlü etki Anadolu ve
Ortadoğu coğrafyasından gelmişti. Ünlü Baküs, Ceres, Cybele ve
Eleusis, Samothraki kültürlerindeki okültik, hermetik, ezoterik,
alşimist
uygulamalar bir sentez halinde belirli bir tarikat/örgüt
tarafından günümüze
kadar intikal ettirilmişti. Bu gizli tarikat ‘‘Cabiriler`` adıyla
tanınmıştı. Başta Herodot ve Çecero olmak üzere bir çok yazar
Cabiri kültü hakkında uzun tanıtımlar yazmışlardır. Nedir ki ilk
kez 1888 yılında bu kültün tapınağına ve tanrılarının izine
ulaşılabilmişti.
Thebes`te yapılan kazılarda cabiri kültürün tanrılarından biri
olan
ve Herodot tarafından ‘‘En Güçlü Büyücü`` diye tanımlanan
Caberios`un heykeli bulunmuştur.
İşte bu cabiri geleneği, Ege ve Batı Anadolu`daki en eski ve
etkili okült
sistematiğiydi. Haçlı seferleri sırasında ve sonrasında cabiri
‘‘Sırları`` (Mysteries) batıya Tapınak Şövalyeleri aracılıyla
taşındı. İlkin Gül ve Hac kardeşliği örgütü bu sırların
çoğunluğuna
sahipti, sonra bu örgütün üst üyeleri Masonluktaki ‘‘Spekülatif
ve Operatif`` Mason localarını kurdular. Ünlü din adamı ve okült
uzmanı Rev.George Oliver`in ‘‘History of Initiation`` adlı
kitabında
yazdığına göre özellikle Fransız Masonluğu-Büyük Doğu Locası-tam
anlamıyla Cabiri geleneğine göre kurulmuş ve yönetilmişti. Cabiri
geleneğinin sembolleri beyaz önlük, çekiç ve demir örstür ve bu
asli semboller günümüzün Masonları tarafından da kullanılmaktadır.
Gizli geleneğin ,Yahudi Kabalizmi dahil her yönüyle uğraşan ve
sadece
soyluların, zenginlerin ve bilim adamlarının üye olabildikleri ilk
‘‘Açık`` Gnostik-Hıristiyan tarikat ve locaları 1767`den itibaren
peş peşe açılmaya başlandı. Bunlar tamamen Cabirir geleneğine
uygun, en eski kültür ve kült uygulamalarının taşıyıcıları
oldukları bilinen özel örgütlerdi. Krallar, başta II. Fredeick,
prensler, başta Thurm und Taxis, soylular ve zenginler bu
örgütlere üye
olmuşlardı. Bu dört örgüt şulardı:1767`de Avusturya`da Habsburg
Hanedanı`nın himayesinde kurulan, ‘‘The Academy of the Ancients
and
of the Mysteries``;1780`de kurulan ‘‘The Knights of the Ture
Light``:
aynı yıl Almanya`da Gül-Haç`ın üyeleri tarafından kurulan ‘‘The
Order of Jerusalem`` ve 1783`te Paris`te açılmış olan, ‘‘The
Society of the Universal Auora``. Bu tarikat ve localar, tüm
Avrupa`da
sadece ‘‘manevi`` planda deil, Kilise Karşıtı faaliyetlerde baş
rolde yer almışlar ve Gnostik Hıristiyanlığın yerleştirilmesini
temin etmişlerdir. Ünlü Mesmer, İsveç`teki en etkili Kilise`yi
kuran
Swedenborg, Fransız şifacı,St. Martin, ünlü Pasqually, Willermoz
ve
örneğin geçmişteki Lavator ve Ecekartshausen bibi mistiklerde
dahil,
adları 71,18,19,yy.larda ünlenmiş birçok entelektüel bugünkü
Avrupa
Birliği`nin, ‘‘Kültürel Mirasına`` işte bu tip gizli örgütler
aracılığıyla yön vermişlerdir. Bınlardan bazıları bu gizli
örgütlere,6
yaşındayken ‘‘İnisye`` edilmişlerve çok gizli, çok özel
bilgilerle donatılmışlardı.
SON SÖZ
Yer altı okült örgütlerinde sır`‘Mystery`` anlamında kullanılır,
sadece saklanması gereken örgütle ilgili bir bilgi değildir. Bu
örgütlerde
‘‘Mystery`` kişilerle ilgili değil, ‘‘Uhrevi`` bir güce atfen
‘‘Sır`` olarak saklanmaktadır. Örneğin Büyü, Gözgörü, Sihir
vb. gibi okültik uygulamaların sonsal kaynağı Tanrı ya da onun
yerine
kaim edilmiş bir `‘Süper Güçtür``. Gizlilik ise, işte bu anlamda
anlaşılan ‘Mystery`nin (sırrın) kimseye fark ettirmeden,
‘‘Gizlilik`` (Clandestine) içinde toplumlara uygulanması yada
enjekte edilmesi faaliyetidir.
Örneğin komünizim döneminde S.S.C.B.`de okült ilimleri ile ilgili
sırlar
bilimsel araştırma konuları başlığı altında ‘‘Üst Tasarım``
sahipleri tarafından hayata geçiriliyor. Daha doyurucu bir örneği
İngiltere`den
verebiliriz. İrlandalı ünlü yazar George Russel ve dünyaca ünlü
şair
William Butler Yeats, gizli bir örgütün üyesiydiler. Yeats 1886`da
Gül
ve Haçın sürgünlerinden olan Theosophical Society`ye üye olmuştu.
(Russell`de
aynı örgüte üyeydi.) yeats daha sonra 1890`da ‘‘Hermetic Society
of the Golden Down`` adlı okültik-hermetik örgüte üye yapıldı.
Araçtırmacı-yazar
Michael Edwardes`in yazdığına göre bu iki yazar 1916`da patlak
veren
Paskalya ayaklanmasına, yazdıkları ve söyledikleri okültik
bilgilerle
‘‘Milli Ruh`` katmışlardı. Edwardes`e göre bu ikili ‘‘Düşsel``
bir İrlandalılık ruhu yaratmışlar ve 1922`de İrlanda devlerinin
(kısmen)
doğmasına yol açmışlardı. Burada açıkça görüleceği üzere,
‘‘Spekülatif`` sonra ‘‘Operatif`` (Silahlı Mücadele) olan
yaşanmıştır.
Toparlarsak, yer altı okült örgütlerinde sır belirli bir ‘‘Üst
Tasarım`` oluşturan ve Spekülatif olan bir ‘‘Mystery`` dir.
Operatif olan ise, verili ‘‘Üst Tasarım`` ın ön gördüğü tarzda
bu ‘‘Mystery`` yi gizlilik içinde topluma aşılamaktır.
AYTUNÇ ALTUNDAL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder