30 Aralık 2012 Pazar

HİTİT-ROMA-BİZANS döneminde TUANA

Hitit Doneminde Tuana - Tyana

Küçük Asya'da Hitit dönemini anlatmadan önce Taş Devri'nden yazının icadına değin (Gordion Childe'ın "Tarihte Neler Oldu" ve Prof. Dr. Ekrem Memiş'in "Eskiçağ Türkiye Tarihi" ile Ahmet Ünal'ın "Hititler Devrinde Anadolu" ve J.G. Macçueen ile Birgit Brandau'nun "Hititler" adlı yapıtlarında ve Prof. Arkeolog Aliye Öztan'ın "Tuba-Ar'da Köşk Höyük Anadolu Arkeolojisine Yeni Katkılar" adlı incelemesinde değinilen) önemli noktalara bir göz atalım:

Neolitik çağda, Yakın Asya'da insanlar akrabalık ilişkisine dayanan küçük gruplar, "klan"lar halinde yaşıyorlardı. Sonra yabansıl koyun, keçi, sığır avcılığından çıkarak hayvan beslemeye, bitki yetiştirmeye ve çiftçilikle uğraşmaya başladılar.

Güneşe, aya, yıldızlara, ağaca tapıyorlardı.

Anadolu'da Hititlerden önce Hint-Avrupalı kavimler oturmaktaydılar. 10 8500 yıllarında yerleşik hayata geçerek ciftçilikle uğraşmaya başladılar {Hititler Devrinde Anadolu-Ahmet Ünal, s.21).

Sonra Anadolu'da Hattilerin, Hurilerin ve Luvilerdin yaşadıkları anlaşılıyor.

İÖ 5 - 4 binli yıllılarda bilenmiş, taştan baltalar, ok uçları, pişirilmemiş balçıktan, kilden küçük heykelcikler yapıyorlar; topraktan, taştan, tahtadan kaplar kullanıyorlar. Hayvan kabuklarından ve dişlerinden süs eşyaları elde ediyorlar. Savunma hendekleri kazıp yerleşim alanları surla çeviriyor, ekim için toprağı çapa ile hazırlıyor, ocakta ekmek pişirmeyi deniyorlar.

Ölenleri toprak küp, taştan sandık içine koyuyor; bunlardan bazılarının üstünü yassı taslarla kapatarak içinde insan kemikleri bulunan dolmen odacıklar yapıyorlar.

Bor ilçesi Bahçeli Beldesi'ndeki Köşk Höyük'te evlerin tabanlarına gömülü Geç Neolitik çaga ait 66 mezar bulunuyor. Mezar yeri olarak genelde oda köşeleri, duvar dipleri tercih ediliyor. Buralara bazen yetişkinler bebeklerle birlikte gömülüyorlar. Yanlarına kaplar içinde tanrı figürleri, mühür, takı gibi kişisel eşyalar bırakılıyor. Köşk Höyük kazılarında kille şekillendirilmiş, aşı boyasıyla boyanmış parçalanmış, olarak 5 kafatası çıkartılıyor. içlerinden birinin genç bir kadına ait olduğu belirleniyor. Göz yuvasını kapatan kısım iri badem şeklinde, göz kapakları kabartı halinde olup gözbebeğinin yerine siyah bir taş yerleştiriliyor. Kulak kepçesi hafif dönük, burun kanat ve delikleri gerçekçi bir biçimde şekillendiriliyor. Bienert'in gözlemlerinde değindiği gibi bu kafataslarının kil kaplama ile yüz ve boyun kısımları belirginleştiriliyor, diğer yerler kil kaplanarak tamamlanıyor.

Bu çağın insanları, aradan zaman geçtikçe madenleri ateşte eriterek bakır, bakırı kalayla karıştırıp tunç, ardından demiri buluyor, birçok gereksinimlerini madenlerden yapmaya çalışıyorlar.

İÖ 3200 yıllarında Mezopotamya'da "çiviyazısı", Mısır’da "resimyazı" (Hiyeroglif) kullanılıyor. Takvimi, ağırlık, uzunluk ölçülerini, matematiği, geometri kurallarını başarıyla uyguluyorlar. Tekerleği icat ediyor, tahılları küplere dolduruyorlar. Ruhun ölümsüzlüğüne inandıklarından toplanan ürünlerin bir kısmını ve süs esyalarını mezarda ölünün yanına koyuyorlar. Ekmek yapmakta el değirmeninden yararlanıyorlar. Vergilendirme ve servet birikimi ile ilgili yasalar yapıyorlar. Toros Dağları'nı aşıp Mezopotamya'ya giden ve Mezopotamya'dan gelen yollar üzerinde, fazla hacimli olmayan Altın, gümüş gibi lüks malları, tiftik, yapağı gibi maddeleri eşek ve katır sırtında taşıyor; karşılığında yünlü kumaş ve hazır giysiler alarak kervan ticaretini düzenli bir şekilde yürütüyorlar. Hititler onların yazılarını, matematik kurallarını, Hammurabi yasalarını, bazı sayrılıkların sağaltım yollarım, mimari biçemlerini bu kanalla öğreniyorlar.

Gordion Childe'ın yazdığı gibi böylece "Küçük Asya'da gelişen düşünce ve buluşlar insanlığın ortak deneyim havuzuna akıyor."

İÖ 2350'de bir yandan Akadlar Anadolu'dan aldıkları ganimetlerle dönerken, öte yandan ticarette ileri giden, 1200 yıllarında alfabeyi bulan Fenikeliler Kıbrıs ve Küçük Asya'nın Ege ve Karadeniz kıyılarını ele geçiriyorlar. Daha sonra Phrygialılar Anadolu'nun ortalarına doğru ilerliyorlar. (Midas adının geçtiği şimdi Paris'te bir müzede bulunan Phryg yazıtı Tyana 'da ele geçmiştir).

Lidya Devleti'nde Kral Krezüs zamanında sikke kullanılmaya bağlıyor, böylece ticaret kolaylaşıyor.

Birgit Brandau'ya göre, İÖ 3 bin yıllarında Hatti ülkesine gelen göç dalgaları Kalkolitik donemin insanlarıyla karışıyor. Bu nedenle "Hititlerin Hatti soyundan geldikleri söyleniyor."

İÖ 19. yüzyılın ortalarında Hattiler parçalandıktan sonra Anadolu'da Hitit donemi başlıyor. Öncü Hititler, önce Kızılırmak'ın kıvrımına, daha sonra tüm Anadolu'ya yerleşiyorlar. Hititlerin İlk kral Anitta, Hattuşa’yı ele geçirip başkent yapınca kültür ve ticaret gelişiyor.

Hititler, Küçük Asya'da bakırla kalay karışımı tunç madenini kullanıyorlar. Bakir kalay alaşımı eşyalar yapıyor, maden ocaklarından kurşun, Tuana çevresinde Gültepe’den gümüş çıkarıyorlar. Kastamonu'nun Devrakani ilgesine bagli Kinik Koyünde yapılan kazıda, Hititlere ait maden işleme atolyesi bulunuyor. Burada kazi yapan Prof. Dr. Aykut Cmaroglu'nun bildırdigine göre, Hititler madenlerini Bogazkoy'den daha gok Kinik'tan elde ediyorlar.

Hititler savaşçılarını silahlarla donatiyorlar: Savaşçılar migfer, kalkan, bronz zirh, balta, kama, hanger, ok - yay uzun mizraklar, kargilar, egri palalar, düz kiliglar, testereler kullaniyorlar. (Istegi üzerine Misir'da Firavun'a demirden yapilmis, ornek bir kilig veriliyor, Firavun da karsilik olarak altm kutu, ilag ve yapi ustalari gonderiyor). Hititlerde kral savaşa katiliyor, hizli ve manevra yetenegi olan iki tekerlekli savaş arabalan, piyadeler, saray muhafizlari saldıri düzenine göre savaşiyor, şaşirtma taktigi kullanip gece baskinlan yapilryor.

Hititler'in zamanında kaleler kesme kare, dikdortgen büyük blok taşlardan gift duvarla orüluyor. Bu nedenle kentlerin surlannin, mazgallarmin sağlam olduklan gorülüyor. Igine su kuyulari, sarnig, erzak küpleri, düşmani şaşirtan tüneller yapiliyor.

Onlar büyük krala "güneşim" diyorlar. Kendilerine bagli kralliklann üye olarak katildiklari soylular meclisi (Panku) ile kralice (Tavananna) ybnetime katiliyor. Zaferde kazanilan topraklar krahn oluyor, ganimetler savaşanlar arasmda dagitilryor. Ele geçen işe yarar insanlar kole olarak sahibinin mail sayıliyor.

Hattuga'da Hitit ülkesinin durumunu anlatan 25 bin tablet bulunuyor. Buradaki insanlarm yapisal gorünumlerini bu tabletlerden ogreniyoruz: Sanşin, mavi gozlü, kısa kollu, kısa boylu, koşeli yüzlü, gikik yanakli, kartal burünlüdurlar. Kadınlan ozgürdur. Anadolu'nun sert iklim koşullanna göre giyimleri vardır: Mantolari uzun, pabuglari kivrik, başhklari yüksektir. Devlet yonetiminde görev alabilir, erkekler gibi savaşa katilabilirler. O yıllarda başkent Hattuşa'nın nufusu 30 bin, tüm nüfus ise 1,5 milyon kadardır.

Hititler Luvi dilineyakin bir dil olan "Hititge" konuşuyorlar. Sozcük hazineleri smirlidır, birkag yüzü gegmez. önce Civi yazisim sonra "Hiyeroglif Hititgesi" ni kullaniyorlar.

Hititler'de ekmek geşitleri, üzüm, şarapgilik, bal, süt ürunleri bol; elma, erik, kayisi, armut, incir, nar, hurma, zeytin gok yetişiyor. Zeytinyagi çıkanyor, tatli su balikgiligmdan yararlamyorlar. Bunlarin degerleri gtimus, karşıligi olarak devlet tarafmdan belirleniyor. Esirler giftgilik islerinde kullaniliyor.Kaldinlan tahil devlet depolarinda saklamyor. Onlarda en pahah malm giysi oldugu biliniyor.

Hititlerde yonetim Krai Telepuni Fermaniyla babadan ogula gegiyor. Ogul yoksa birinci derecede evlenen prensesin kocasi kral oluyor. Panku denilen meclisin karanyla anlaşmazliklar gozulüyor. Hititlerde adaletli, iyi bir hukuk duzeninin oldugu anlaşihyor. Bu bakimdan, Hititlerin kendilerinden sonra gelen Yunan ve Romalilardan daha ileri bir yaşam bic,imini benimse-miş olduklan gorüluyor. Zaptettikleri yerlerin dillerine ve inang-larma dokunınuyor, hoşgorulu davraniyorlar. Uyguladıklan yasalara bağlı kalarak bariş icmde yaşamayi amag ediniyorlar. Omegin, olum cezasi kaldinhp karşıligmda tazminat almiyor. Kadınlara eşit davramhyor. Kaderci olmayan tanrı inanişma göre hareket ediyorlar...

Keşke Hititlerin bu ozellikleri hic degişmeden bugünlere dek surebilmiş olsaydi...

Hititler gok, güneş, ay, deniz, gece, gündüz, hava ve firtina, bereket, aşk, dilek tanrılarma inaniyorlar. Yalniz tanrılan kizdırmamak gerekiyor. Çünkü kral ve insanlar tanrılardan destek aliyorlar. Bunlardan başka önemli, onemsiz veba, geyik tanrılan gibi buyücüler de dinsel yönden etkili oluyorlar. Tannlarm bulunduklan yere gece-gündviz hizmet veren rahipler bakiyorlar.

Hititlerde temizlenıneden tanrıya dilekte bulunulmuyor. Tanrılan hoşnut etmek icin onlara değerli ürünler sunuluyor. Adak töreninin ardmdan "kutsal pmar"lann basinda şölenler yapiliyor: Savaş oyunlari, spor gosterileri, Çalgilarm eşliçinde gegitler izleniyor. Insanlar takilar takip, sivi igecekler için gaga agizli testiler kullaniyorlar.

Hititlerin yaşam felsefesini tarihini J.G.MacÇueen'den okuyalim:

"Hititler'de zorlamasiz sade anlatim yetenegi dikkat geker. Yaşamm olümle, olümün yaşamla bagini vurgular. Insanoglu olümludur, insanoglu günahkardır. Kişinin kendisi masum olsa bile, babasmm günahlan ona düşer, hastahk ve sefalet geker, yürek acısı dindirilemez. Ancak kişi tanrıdan merhamet dilerse tanrı onu dinler, çünkü tanrı merhametlidir. Kötü zamanların kurtuluş ümididir. Tıpkı kuşların sığınmaları için yuvalarına uçmaları ve yuvalarının da onlara kucak açmaları gibi, insanlar da tanrıyı ararlar ve ona sığınırlar. Yazgıya inanmışlardır. Kadercidirler.

"Hititliler başta Güneş Tanrısı olmak üzere tanrılara şöyle yakarırlar:
"Dolunay gibi üzerimde parılda. Gökyüzündeki güneş gibi üzerimde ışılda! Boyunduruktaki bir çift öküz gibi bana katil! Gerçek bir tanrının yapacağı gibi yanında yürü..."

Hititliye düşman topraklarına acıları aktarmayı bile tanrı önermektedir.
Hititler zamanında Anadolu, önemli hammadde kaynaklarıyla, her türden ürünleriyle, içinde aslanlar, geyikler, gösterişli atlar, boğalar dolaşan varsıl bir ülke görünümünü sürdürmektedir.

İÖ 1650 yılında 1. Hattuşili Tuana’ya sınırları içine katınca Hititlerin ticareti daha çok gelişir. Sonra güneye inip Alalah’ı (Halep) alır ama, oğulları ve kızı ihanet edince o da yerine torunu Murşili'yi atar. Murşili dedesinin yarim bıraktığı savaşları kazanır. Babil'e baskın yaparak Hammurabi Hanedanhgina son verir (1531). Hititler bununla uluslararası alanda güçlerini kanıtlamış. olurlar. Murgili eniştesi tarafından öldürülünce Hititlerde çözülme başlar.

Bulunan kitabelerden anlaşıldığını göre, bundan sonra Gordion, Kapadokya Mazaka (Kayseri), Tuana ve çevresi Phryglerin eline geçer.

Bu arada Hititlerin kuzey komşuları Kaşkalar başlarına sürekli bela olmuşlardır; sık sık saldırarak yağmacılık yapmışlardır.

İÖ 1395'te Hititlerin başına geçen Suppiluliuma (kimi tarihlerde 1380, 1370-1345) Kaşkalilan yenerek Hitit İmparatorluğunu yeniden güçlendirir. Suriye'yi alır. Güneydeki "Aşağı Ülke-"ye oğlu Zida'yi gönderip Tuana’ya Hititlerin 2. başkenti yapar. (Başka bir kaynakta ise Zida'yi Yukarı Ülke'nin komutanlığı, Aşağı Ülke'nin yönetimini de Hannuziye verir).


Babil kralının kızıyla evlenen Suppiluliuma'ya Misir kraliçesi bir mektup yazarak oğullarından birini gönderirse, onunla evleneceğini bildirir. Hitit Kralı Mısır’a gönderdiği oğlunun yolda öldürüldüğünü duyunca gök kızar, ardından Mısır’a girer. Oradan çokça ganimetlerle döner.

Suppiluliuma vebadan ölünce yerine genç oğlu Murşili geçer. 30 yıl ülkeyi yönetir. Kuzeyde Kaşkalar, batıda Ege kıyılarındaki devletleri, güneyde Suriye topraklarıyla doğuda Fırat’a kadar olan yerleri ve geniş bakir kaynağı olduğu bilinen Rodos'u egemenliği altına alır. Bu sırada ülkede veba salgını devam etmekte, insanlar ve hayvanlar kırılmaktadır. Babil asilli üvey annesi Tavananna ile kralın arasında sorunlar çıkar.

Kadeş Savaşı’ndan az önce (10 1285'te) Ü. Muvatalli baş-kenti Tarhuntaşşa'ya - Tuana'ya taşır. Devlete ait toplantılarla dini işleri burada yürütür. Bazı rahipler yeni başkente gelmezler ama, bağlılık andı içerler. Eski başkent iyice ıssızlaşmıştır. Bu arada deprem olmuş, birçok yerler yıkılmıştır.

Suriye'nin paylaşılması Hititlilerle Mısırlılar arasında sürekli sorun olmuştur.

1280'de Tuana'da kral bulunan Hattuşili kardeşi Muvatalli ile aralarının gergin olmasına karşın Mısır’la (Bazı kaynaklarda 1259, 1274, 1284) Kardeş’te yapılan savaşa katılır. Bu savaşta Lukkalar ve Halpa (Halep) Kralligi Hititler'e yardim eder. (Misir ile Hititler arasında tampon bir devlet olan küçük Amarru devleti ise Hitit devletine ihanet etmiştir).

Misir Kralı II. Ramses 3500 savaş arabası, 37 bin piyade ile Kadeş'in 10 km. güneyinde dağlık bölgede karargah kurmuştur. Oradan Kadeş'in kuzey doğusunda bir yere gelmiş, savaşmak için hantal ve korkak dediği Hititler'i beklemeye başlamıştır. Kadeş'in doğusunda pusuya yatan Muvatalli bin savaş arabasıyla düşmanı tuzağa düşürerek çember içine alır. (Bu savaş arabaları üç kişilikti: Biri sürücü, biri mızrak, balta, kılıç kullanan, başında madeni miğfer bulunan savaşçı, diğeri de elinde kalkanı olan koruyucudur). Savaşta Misir ordusu bozguna uğratılır. Ardından yağma başlar. Hititler ellerindeki hazır avı bırakmış, düşmanın geri çekilmesine göz yummuşlardır. Ramses yeniden savaşmak için bu fırsatı kaçırmaz. Kardeş’i ele geçiren Hititler güneyde yedekleriyle birlikte gelen Misir ordusuna yenilirler. Sonunda Hattusili ile Ramses arasında anlaşma yapılır (1270). Anlaşmanın bir sureti gümüş, tablet üzerine Hiyeroglif, bir sureti de bir tablete Akadça yazılır: (gümüş. tabletin Tuana çevresi Gültepe'de yapılması uygarlık yönünden Hititlerin ne kadar ilerde olduğunu kanıtlamaktadır). Mısır ülkesi ile Hitit ülkesi sonsuza kadar barış ve kardeşlik içinde, duşmanlık çıkarmadan, saldırmadan birbirlerine yardim ederek yaşarlar.... (Hitit kraliçesinin de imzası olan tarihteki bu İlk anlaşma simdi Amerika'da Birleşmiş Milletler binasının duvarındadır).

Hititler bundan sonra kuzeyde Kafkalarla da ayrıca bir anlaşma yaparlar.

Savaşta yaralanıp ölen Hattuşili'nin yerine geçen Muvatalli Tuana 'ya kral olarak yeğeni Kurunta'yı atar. Kralla Kurunta arasında Çivi yazısıyla tunç tablete yazılmış anlaşma Boğazköy'de bulunmuştur.

Tuthalia 1215'te ölünce yerine Ü. Suppiluliuma geger. Imparatorlukta sürüp gelen açlığa çareler aramaya başlar. Bu sırada Tuana (Tarhuntaşşa) Kralı Kurunta Hattuşa'dan tümüyle ayrılıp kendi sınırlarını genişletmeye girişir.


İÖ 1186'larda (başka bir kaynakta 1200 tarihlerinde) isyan, saltanat kavgaları, karışıklığın, yağmacılığın hüküm sürdüğü, bir yandan Asurlulara yenilen, onların baskısı Altında kalan Hitit ülkesine Trak kökenli Ege ve Akdeniz ada halkları (Turşalar, Lukkalar, Danunalar, Şardana ve Şekeleşler) ve kuzeyden Kaşkalar saldırırlar. Bu yağmacı, çapulcu akıncılar Kizuvatna'ya, Arzava'ya, Kargamiş'a, Kıbrıs’a ve Mısır’a kadar olan her yere dağılırlar. Misir kaynaklarına göre ise "Deniz Kavimleri" Baçtık bölgesinden gelip Akdeniz'de Sicilya, Sardunya'dan geçerek kadın ve çocukları, gemi ve kağnılarıyla Anadolu kıyılarından içerlere doğru ilerlemişler, burada tunç çağını yaşayan devletleri çökertmişlerdir. Belki de gelenler yaşamak için daha rahat yurtlar aramaktaydılar. Böylece Yakındoğu’da 250 yıl hüküm süren ve bir süper devlet olan Hitit imparatorluğu yıkılır. (Bir başka kaynağa göre de Hitit İmparatorluğu taht kavgaları ve halkın efendilerine kızıp açtıkları iç savaşlarla çökmüş ve dört bir yana dağılmıştır. Sınıflar arasında ipler kopmuştur). Daha sonra Phrygler denizden gelerek Hititleri perişan eden bu barbar kavimleri Toros'ların ötesine dek sürerler. Ardından Geç Hitit İmparatorluğu kurulur. Bunlar güneye doğru yayılarak smuiarmi sınırlarını genişletir, kültürlerini Hititlerin mirasçısı olarak Kargamiş'a kadar olan bölgelerde sürdürürler...

İÖ 1186 yılında Hitit Çivi yazısıyla yazılmış, yeni bir tableti okuyan Hititolog Ahmet Ünal, Aşağı Ülke Hitit Krallığı’na ait değerli bilgiler vermiştir: "Hititler Devrinde Anadolu" adlı yapıtında, Tuana 'nın adını Tarhundassa (Tarhuntaşşa) olarak yazmıştır. Kesin olarak Tarhuntaşşa'nın yerini belirlemeyen yazarın tanımlamalarından buranın Tuana (Tuvanawa) olduğunu söyleyebiliriz : "Güney Anadolu ile kolayca bağlantı sağlayan yollarına üzerinde, Niğde ilini kapsamakta, ayrıca Bolkar Dağlarından Konya Ereğli'sine (Heraklia'ya - İveriz kabartmasına) ulaşmaktadır. Jeolojik açısından Türkiye’nin en çeşitlilik arz eden yeridir. Kaplıca suları, peri bacaları, su gözenekleri, kaya anıtı, Bolkar ovasının güneyinde..." Bu sözlerle anlatılan yerin, yazarın ifade ettiği gibi "bilinmemekte" değil, açık açık buranın Tuana olduğu anlaşılmaktadır.

Güngör Karauğuz da Hitit tarihini aydınlatan tabletlerin gün ışığına çıkartılmadığını yazdığı "Hitit Devletinin Siyasi Antlaşma Metinleri" adlı yapıtın sonuna eklediği haritada Tarhuntaşşa,yi Ereğli - Ivriz'in güney doğusunda Saliia'ya (Porsuk köyü) yakın olan Tuanawa olarak bilinen yöre ile yan yana bir çizgi üzerinde göstermiştir. Bu yapıtında Tarhuntaşşa'nın Hulaia Nehri Ülkesi olduğunu, Kızıldağ-Karadağ ve Aksaray'ın doğusunda bulunduğunu bildirmekte ve bu konuda şunları yazmaktadır: "Kraliçe ile Kral ÜI. Hattuşili Tarhuntaşşa - Tuana'ya kral olarak Kurunta'yı atamışlar, onunla İÖ 1267'de aralarında antlaşma imzalamışlar ve yine IV Tuthalüa ile Kurunta arasında İÖ 1240'ta bir antlaşma daha yapılmıştır. Bu yapılan antlaşmada ise Arlanta (Karacadağ), Lula (Bolkar), Damnaşşuru (Toros) dağları sınır gösterilmiştir. Bu sınırlar içinde yerleri hiç kimse Kurunta'nın neslinden almayacaktır. Gelecekte sadece Kurunta'nın nesli Tarhuntaşşa Ülkesinin kral olacaktır. Tarhuntaşşa ülkesinden vergi yükümlülüğü kaldırılacak, antlaşmayı bozanı yemin tanrılar mahvedecektir."

"Hititler" adlı yapıtın yazarları Birgit ve Hartmut da konu hakkında: "Tarhuntaşşa'ya ait fazla bilgi yoktur. Birçok kaya yazıtı bulunduğu, ama yeri ve gelişmelerle ilgili bilgiler bulunamamıştır. Murşili ve Hartapu gibi krallar ve Kurunta'nın ardılları IV Tuthalüa zamanında imparatorluğu ele geçirmeyi istedikleri sırada iç savaşlar başlamıştır." demişlerdir. Sonra Karaman, Karadağ ve Kızıldağ’da yedi hiyerogrolif yazıtı bulunduğundan, Luvi, Hitit Hiyeroglif yazıtlarının okunanlarından ve toprak Altında kalıp da bulunamıyanlar çıkarılırsa onlardan Tarhuntaşşa ve Hititlerle ilgili ayrıntıların açıklanacağını bildirmişlerdir. (S.320 ve yapıtın son sayfalan).

Yukarıdaki sözü edilen tablette anlatıldığına göre, I. Suppiluliuma Tuana'yı, oğlu Zida'nin yönetimine vermiştir. Sonra onun yerine Armatarhunda ve Muvatalli geçmişlerdir. J.G. Macçueen'in yazdığına göre de Mısır tehditleri kargısında Muvatalli başkenti Tarhuntaşşa'ya taşımıştır. Tuana ile "Yukarı Ülke" arasında bir antlaşma yapılmıştır. Amaç, tampon krallıklar yaratılmasına karşın birlik sağlamak ve Ugarit'ten Anadolu'ya gönderilen ticaret mallarının taşındığı yolda savunmayı elde tutmaktır.

Daha sonra Hartapuş, "Aşağı Ülke "nin kralı olmuş, ondan sonra Tuana 'yi Kurunta ve Nerikkai yönetmiştir.

İÖ 1100'lu yıllarda Latin yazar Solinos'un anlattığına göre, Geç Hitit'lerin zamanında Hitit İmparatorluğu askeri yönden bir federasyondur. Tuana başkent konumunu sürdürmüştür. 24 küçük krallıktan oluşan Geç Hitit Devletlerinden Tabal Kralligi zamanında Tuana'nın sınırı güney batıda Heraklia (Ereğli) dahil Konya ovası Lykonia'ya, kuzeyde Nevşehir, Kayseri'ye, güneyde Zeyve Höyük'ten Kilikya'ya dayanmaktadır. Bu yıllarda Tuana'nın Phrygia, Nil, Asur, İran’la ticareti artarak gelişmiş-tir. Onlara işlenmiş demir, gümüşten yapılmış araç gereçleri, at, yün gibi ürünleri satıp karşılığında dokunmuş kumaş ve giysiler almışlardır.

Tabal krallarından "Ebedi Kaya Anıtı”nda görüldüğü gibi, Giysisi Phryg soylularının giyimlerine benzeyen Tuana kentinin Kralı Urpalla - Kuvappala - Varpalawa (İÖ 740-717) kuşak hizasına kaldırdığı sağ elinde üzüm salkımı, başına doğru kaldırdığı sol elinde uzun başak demeti tutan, tanrılar arasında etkin olan Bereket, Doğa Tanrısı Teşup un huzuruna varmış, verdiği bu ürünlerden dolayı ona saygılarını sunmuştur... (Asur belgelerinde Tanrının adı Varbalawa'dır, Bor ve Andaval'dan ele geçen Hitit resim yazılarında ve Bilge Umar’ın "Karia" adı yapıtında Baş Tanrı Tarhun olduğu yazılıdır. O iri kiyim, dev gibi biridir. Luviler ona Sanda - Şantaş - Adra - Sanda, Fırtına Tan¬rısı Teşup, Tabalar ise Büyük Kral Waşşume, Ana Tanrıça'ya Kybele-Kubala, Ana Kraliçe'ye Tavananna" demişlerdir).

"Divan-i Lugat-it Türk" adlı yapıtında Kaşkarlı Mahmut Tarhun adının Türklerde birçok komutanlara verildiğini, "egemen olan" anlamında bir sözcük olduğunu yazmıştır. Gürcü dilinde Tarhun'a Tarhunia denmektedir ve bitki tanrısı olduğu kabul edilmektedir).

IS 17. yüzyılda ünlü Türk gezgini Evliya Celebi Ivriz Kabartması'nı gidip görmüş. Resim hakkında, mahalli Kral Varpala-wa'nın Fırtına Tanrısına tapındığını yazmış, Ivriz sözcüğünün eski dilde "bey kral" anlamına geldiğini belirtmiştir.

İvriz'deki kaya yüzeyindeki kabartma resimden Tuana Çevresinde ayrı ayrı yerlerde beş tane vardır:

Biri, Güney Kapadokya bölgesinde bulunan Ereğli İvriz'den (Kybistra) çıkan bol, gür suyun üzerindeki - Torosların uzantısı Aydos Dağı’nın eteğinde - Koca Burun Kayası’nın yüzeyindedir. Kayanın Altından Konya-Ereğli’yi (Herakleia) sulayan Ivriz Çayı çıkmaktadır. Diğeri buraya yakın Karanlık-Ambar Dere'de bir kayanın yüzeyinde, öteki Tuana'ya 10 km. uzaklıktaki Gökbez köyünde bir kayanın yüzeyinde, bir başkası Niğde'ye yakın Andaval'da ele geçmiştir. şimdi Niğde Müzesi’ndedir. (Ben bunların dördünü de gördüm). Sonuncusunun Bor - Keşlik köyündeki Stel'de bulunduğunu H. Emin Atlı'nın "Geçmişten Günümüze Bor" adlı kitabından okudum.

Bu birbirine benzeyen kaya yüzeyinde kabartma resimler İÖ 764-728 yılları arasında yaşayan Tuana Kralı Urpalla'nın (Varpalawas) emriyle yapılmıştır.

Kabartmadaki resimler o devirdeki sanatın bir göstergesidir. Tuana'nın tarihteki önemini belirtmektedir. Bunlarda canlılık, hareket, etkileyici kompozisyon görülmektedir. Tanrının burun kanatları etli, dudakları kalındır. Gözleri iridir. Ayakta, yana dönmüş, durumda Tuana Kralı Urpalla'ya bakmaktadır. Sade giyimlidir. Etekliği dize kadar inmekte, eğimli, iki yandaki uçtan dışa kıvrımlıdır. Kemeri beli sarmaktadır. Bacakları açıktır. Adaleleri kalın ve çıkıntılıdır. Ayaklarında şeritlerle topuğa baglanmış, yarim bot vardır. Bir ayağın altında üzüm çubuğu, diğerinde buğday sapı bulunmaktadır. Boyu 4.15 mı’dır. Bileklerinde sade bilezikler vardır. Başımdaki basık, kenarları kıvrık külahın çevresinde taç ve güç simgesi olan küçük boynuzlar görülmektedir. Tarihgi F. Senan'a göre, arkasında bulunan yazıtın birinci satırında "Sandes, W", ikinci satırında,, "Ayminyas" okunmuştur (Tarihte Ivriz, 1949).

Kral Urpalla'nın uzun, manto ve tuniği andıran giysisi 10. yüzyıl stilinde, kare içinde noktalar, eşkenar dörtgenler, eğrilerle iğne oyası gibi süslenmiştir. Başı tanrının omuz hizasındadır. Boynunda genişçe bir gerdanlık, bileklerinde bilezik takılıdır. Boyu 2.62 ın.'dır. Giysilerindeki islemelerle Gordion'da bulunanlar arasında benzerlik bulunmaktadır. Bu durum, aynı uygarlığın sanatsal yönden birliğini kanıtlamaktadır.

Niğde ile Köşk Höyük arasındaki Humam Tepe ve Bor -Bahçeli Beldesi'ndeki Iftiyan Tümülüsünü Tuana Kralı Urpalla kendisi ve oğlu için yaptırmıştır. Gordiyon Kralı’nın yaptırdığı tumulüsle buradaki tumulüslerden çıkarılan buluntuların birbirine benzedikleri görülmüştür.

Yukarıda da anlatıldığı gibi Tarihçi Prof. Ekrem Memiş'in yazdığına göre İmparatorluk "Yukarı Memleket" ve "Aşağı Memleket" diye ikiye ayrılmıştırmıştır. Valilerin yönettikleri yerler askeri ve idari yönden iki ayrı devlet sayılmışlardır: Piyadelerden, süvarilerden, atla çekilen arabalardan, kale muhafızlarından sorumlu olmuşlardır. Hititlerin koydukları 147 yasa kadın, erkek hakları, evlilikle ilgili yasalar, ceza yasaları "Aşağı Memleket" Tuana''da da uygulanmıştır. Ölüm cezası kaldırılmıştır. Bunun karşılığında ya tazminat alınmış, ya da o kişi köle olarak kullanmışlardır. Herkes yasaların tanrılar tarafından getirildiğine inandığı için bunlara itiraz etmeden uyulmuştur. Bugün de yöremizde bu yasalardan bazılarının gelenek halinde sürdürüldüğü gözlenlenmektedır.

Tuana 'da Lui dilinin etkisinde kalmış Hititçe konuşulmuş-tur. Yazı olarak Hitit İmparatorluğunda çivi yazısı ve Hitit resim yazısı kullanılmıştır. Tarım ve hayvancılık çok ilerlemiştir. Tarlalar sabanla sürülmüş, buğday ve arpa çokça ekilmiş, kaldırılan ürünler büyük küplerde saklanmış, meyve ve sebze bol bol yetiştirilmiştir. Et, süt ürünleri, balcılık artmıştır.

Yerleşim yerlerinde evler, aralarında boşluk bırakılmadan, avlu ve iki oda, kilden yapılmış, oturaklı banyolar kullanılmıştır. Zemine ya dövülmüş toprak ya da taş döşenmiştir. Yollarında kaldırim, drenaj kanalları, kimi yerleşim yerlerinde kanalizasyonlar bulunmuştur. Su uzaktan künklerle getirilmiştir. İnsanlar çok tanrılı dine ve öldükten sonra dirilmeye, Baş Tanrı Teşup'a ayrıca gök, güneş, aşk, dilek tanrılarına inanmışlar, tapınaklarda ve törenlerde giyime ve düzene özen göstermişler, takılar takip güzel kokular sürünmüşlerdir.

Ölüler yakılmış, külleri gömlekte saklanmıştır. Sonra evlere yakın olan gömütlerde ölüler taş sandık mezarlara, bazen de büyük küplere konulmuştur.

Halk soylular, rahipler, komutanlar, yerli halk, köle ve tutsaklar olarak sınıflara ayrılmıştır.

Tuana çevresinde sünnet olma geleneği Hititlerden bu yana devam etmektedir.

Hitit tabletlerini okuyan Ahmet Ünal, "Hitit Devrinde Anadolu Kitap 2"de Hititlerin edebiyatı politikayı alet etmede özel becerilerinin olduğunu anlatmiştır. Ayrıca müzik, dans, folklor konularına da dikkat çekmis, ve destan, fıkra, masal, efsane ile atasözlerinden örnekler vermiştir.

Ayhan Şahenk Vakfı tarafından yayınlanan Kapadokya adlı yapıtta da "Kapadokya'da tablet ve seramikçiliğin üst düzeye çıktığı ve Nahita çevresinde kurulan Tabal Kralığının Başkenti Tuwanawa'da su yollarının ünlü olduğu" vurgulanmaktadır...

İ.Ö 9. ve 7. yüzyıllarda Asya kökenli Tabalılar ile Phrygiahlar aralarında koalisyon kurmuşlardır.

İ.Ö 743'te Asurlular Anadolu'daki Tabal ve Urartu devletlerini ele geçirmişler, Mısır’ı almışlardır. Ama, yüz yıl sonra Kral Sarakos Persler'e yenilmiş ve onların bir eyaleti olmuştur.

Ksenophon Anabasis adlı yapıtında, "Kilikia'nin kuzeyinde yer alan Lykonia'da bağımsız dağlıların yayamadıklarını" yazmıştır.

İÖ 730 yılında Tuana'da "hiç kimsenin oğlu" Hulli, ardından Mita ve Ambaris başa geçmişlerdir.

İÖ 714 yılında Küçük Asya, Kafkas'lar ötesinden ve güney Rusya'dan dalga dalga gelen Kimmerlerin saldırısına uğramıştır. Phrygleri yenmeyi başaramayan Kimmerler Lidyali'ların başkenti Sart nehrini almışlar. (Bir başka kaynakta ise İÖ 684 yılında Kimmerler (Güney Rusya kökenli halk) Anadolu'ya gelip Phrygleri sürüp çıkarmışlar, Kral Midas’ın ölümüne neden olmuşlardır).

İÖ 679'da (bir kaynakta 660) Asur Kralı Asarhaddon'la Lidyalilar birleşerek Kimmerleri Kapadokya'da durdurmuşlardır. Daha sonra Lidya Kralı Giges bunları yenerek Toroslardan gerilere atmışlardır.

Bunun üzerine Taballar Torosların kuzey ve güneyinde olmak üzere ikiye bölünmüşlerdir.

İÖ 620'de Persler Kimmerler'le işbirliği yapıp Anadolu'daki Asur hakimiyetine son vermişlerdır.

İÖ 612'de Persler Asur'u ele geçirmiş, Lidya'yı yenmişlerdir. 546'ya gelindiğinde (bir kaynakta 539) Persler Karia'dan Kilikya'ya değin tüm Anadolu'ya hakim olmuşlardır.

İÖ 585'te (diğer bir kaynağa göre İÖ 546) Lidya ve Phrygia devletlerinin Perslere yenilmesinden sonra, Iran şahı Daryüs'le (İÖ 513) başlayan, Anadolu ve Trakya’yı içine alan Pers egemenliği 200 yıl devam etmiştir. Daryüs Sus'tan Sart'a kadar uzun bir yol yaptırmıştır. Bu yol üzerinde posta merkezleri kurulmuştur.

IO 560-52 Kros’un kurduğu Pers İmparatorluğu satraplıklara (vilayet) ayrılarak yonetilmiştir.

İÖ 401 yılında kardeşine başkaldıran Iran askeri valisi genç Kyros birçok yerleri alarak Tuana'ya gelmiş, "Burası kalabalık, büyük, zengin bir kent" dediği yerde üç gün kaldıktan sonra Gülek Boğazı'ndan Tarsus'a geçmiştir. Eylül ayında Basil’de Iran ordusu ile çarpışırken ölmüştür. Başını Karialı bir asker kesmiştir. Bu olaydan sonra Helen, Sparta, Iran arasında yapılan savaşlar koy koy, kent kent uzunca bir zaman sürmüştür. Birçokları yağma edilerek halk canından bezdirilmiştir.

IO 431- 434 Atina ile Isparta savaşmışlardır.

İÖ V ve IV yüzyıllarda Helenler Özellikle Atinalılar tiyatro, felsefe, güzel sanatlarda çok ilerlemişlerdir. Ünlü kişiler yetişmiş, tiyatrolar için komedi, trajedi, dram türünde yapıtlar yazılıp oynanmıştır.

IO 372'de babası Karialı Kapadokya Satrap 'ı(valisi) Datames Perslere karşı koymuştur. Savaşı kazanmış, güçlü bir Kapa¬dokya devleti kurmaya çalışırken düşmanları tarafından pusuya düşürülerek öldürülmüştür.

IO 359 yılında Makedonyalı Filip Atina’yı yenmiştir. Onun 336'da ölümünden sonra oğlu İskender kral olmuş. Aristo'dan ders alan sporcu, cesur, genç kral önce Balkanlardaki ayaklanmaları sindirmiş, sonra 30 bin asker, 6 bin atlı, 160 gemiden ibaret güçlü donanmasıyla Çanakkale Boğazı'ndan geçerek Anadolu'daki Pers yönetimine son vermiştir. Tüm Ege kıyılarını aldıktan sonra Dinar ve Polatlı’dan sonra Gordion'a gelmiş, burada bir süre konaklamış; oradan Tuana'ya gelerek buranın yönetimini en güvendiği komutanı Ömen'e (Eumenes) bırakmıştır. O da Tuana çevresine Makedonya ve Yunanistan'dan getirdiği göçmenleri yerleştirmiştir. Ereğli’ye kadar uzanan ovaya kendi adını vermiştir: Ömen. (şimdi Emen Ovası).

Büyük İskender Tuana 'dan sonra Tarsus'a varmış. Kilikya'da İran Hükümdarı Daryüs'u yenmiş, ardından Mısır’a kadar olan yerleri alıp Mısır’a girmiş, sonra doğuya yönelmiş, İran’ı ele geçirmiş., Hindistan'a dek gitmiştir. İran’da bir süre kaldıktan sonra Babil'e gelmiştir. Yorgun düşen Buyixk İskender hastalanıp 33 yaşında ölmüştür. Ondan sonra komutanlar imparatorluğu paylaşmışlar. Makedonya, Anadolu, Bergama, Iran ile Misir devletleri krallıkla yönetilmiş. Aralarında anlaşmazlık çıkınca savaşmaya başlamışlardır (İÖ 322).

Tuana'yi yoneten Ömen Kilikya'da Antigones'le garpişirken askerleri tarafmdan yakalanarak duşmana teslim edilmiş. Yakılıp külleri eşi ve çocuklarına gönderilmiştir (İÖ 316).

Krai Ptoleme Iskenderiye'yi ve Bergama'ya güzel yapıtlarla bayındır duruma getirmiştir.

İÖ 280-230 Helenler zamanında Tuana parlak donemlerden birini yaşamıştir. Insanlar arasmdaki dırlik-düzen, birlikte gahş-ma anlayişi pekişmiştir. Yunan alfabesi ve sanatı kullanılmaya başlanmıştır. Tuana 'da (Bahçeli-Kemerhisar) o devre ait Yunan Mitolojisini betimleyen taşlar üzerinde kabartma resimler, Köşk Havuz'da Iyonik stilde sütun başlan bulunmuştur.

Daha sonra Makedonlarla Persler aralarmda anlaşmişlar, Kral Ariarates Kapadokya Kralı olmuştur. Onun devrinde Tuana daha da gelişerek önemli kentlerden biri durumuna gelmiştir.

İÖ 129'lu yıllara gelindiğinde Küçük Asya'dakarışıklıklar baş göstermiştir: Niğde ve çevresi önce Pontus Krallığı, sonra Ermeni Krallığı tarafından alınmıştır. Bu iki krallık Anadolu'ya hakim olmaya başlayan Romalıları hayli uğraştırmışsa da sonunda Romalılar egemen olmuştur. Suriye ve Isa'nın doğduğu Kudüs de Romalıların sınırları içinde kalmıştır.

Hıristiyanlığın ilk yıllarında, Havari S. Paul Anadolu'da Hıristiyanlık dinini yaymaya başlayınca Romalılar bu dine inananları korkutmuşlar, onlar da gizlenmek, saklanmak zorunda kalmışlardır. İşte, bu nedenle Niğde çevresinde yeraltı kentleri kurulmuştur.

Hıristiyanlığın gelişmeye başladığı yıllarda Hıristiyanlığı benimseyenler Niğde'nin Kayardı vadisindeki volkanik tüfler içine oyulan kaya mağaraları ve Kayabaşı Mahallesinde buna benzer oyulmuş kayaları kilise olarak kullanmışlardır.

Roma Donemi (İÖ 30-395)

Roma zamanında Anadolu, tarihinin önemli dönemlerinden birini yaşamıştır. Tuana yöresinde, Özellikle Kemerhisar Beldesi'nde yoğun bir yapılaşma başlamıştır. Kent, çevresiyle birlikte büyümüş, bayındır, bir konuma gelmiştir.

İÖ I. yüzyılda Roma Imparatoru Jul Sezar batıda ve Anadolu'da yaptığı savaşları kazanmış, "Geldim, gordüm, yendim" (veni,vidi,vici) demiş, sonunda yakinlarmm hazırladığı bir komploda öldurülmuştur. Yerine geçen Antuvan'in serüveni Mısır'da devam etmiş; ardili olan Oktav Mısır'ı Roma'nın bir ili yapmıştır. Onun zamanında Isa dünyaya gelmiştir. Bundan sonra imparatorluğun başına geçen Ogüst başarılı bir yönetimle barış içinde düzeni sağlamış, güçlü bir ordu kurmuştur.

Anadolu'ya hakim olan Romalılar burada sanat ve mimarideki ustalıklarını göstermişlerdir. Heykeltıraş, oymacılıkta, kuyumculukta, vazo ve çömlek yapmakta ileri gitmişlerdir. Kentleri yollar, köprüler, kanallar, hamamlar, su kemerleri, su depoları, sarnıçlar, tiyatrolar, tapınaklar, saraylar... görkemli yapıtlarla donatmışlardır.

Hıristiyanlık ilk yıllarda tepki ile karşılanmıştır. Roma'da yönetimi eline alan Neron acımasız hareketlerde bulunmuştur. Bu durum, bazen azalıp bazen artarak 4. yüzyıla, İmparator Konstantin zamanına dek sürmüştür.

iS I. yüzyılda Tuana'ya gelen Roma Osep Tuana'ya Osepya olarak kendi adını vermiştir. Bu tarihlerde Kral Taos şimdiki Köşk Höyük'ün bulunduğu yerden çıkan suyun başına Jüpiter adına bir mabet yaptırmış ve sikke bastırmıştır. Tuana'nın su gücüyle işleyen değirmenler de bu dönemde yapılmıştır. Ama eldeki kıt bilgiler nedeniyle tanrı Jüpiter'e ait mabedin yeri bugüne dek saptanamamıştır.

O günlerde bölgede tek tanrı inancını benimseyen halka zulmedilmeye başlanınca, onlar da yer altına kentler yapıp buralara sığınak zorunda kalmışlardır.

O sıkıntılı günlerde Tarsuslu Aziz Pol (Saint Paul) köyleri gezerek konuşmalarıyla yoksul halkı etkilemiş, onları düşünsel yönden rahatlatmıştır.

Tyanalı Apollonius (Apollon), Hıristiyanlığın yayılmaya başladığı 1. yüzyılda Tyana 'da doğmuştur. Mucizeler yaratan, ermiş, bilge, mürşit (yol gösterici), şifa da-gitici, kurtarıcı, hoşgörülü, özverili, cesur, eleştirmen, sevilen, sayılan bir kişi olarak tanınmıştır. Halk arasında ona sihirbaz diyenler, insanlar salgın hastalıklardan, fırtınadan, su baskınından kurtardığına, Zeus'un oğlu, insan suretinde tanrı olduğuna inananlar olmuştur. Usta büyücülüğünden dolayı zindana atılmış, işkence edilmiştir. 80 kadar mektubu, Sihir, Gezegen ve Tılsımlar üzerine yazdığı kitapları yakılmış, büstleri kırılmıştır.

Büyük Konstantin'ın IS 325 yılında İznik’te topladığı Konsil'de Hıristiyanlığın devlet dini olmasından sonra Apollonius, ortaçağda kiliselerin aldığı bağnaz kararlar sonucunda uzun sure unutulmuştur. Oysa asil amacı insanları aydınlatmak, onlara doğru yolu göstermek, sevgi ve kardeşlikte birleştirmek, onları bu yolda eğitmekti.

Araplar onu hiç unutmamışlar, mucize yaratan insan olarak takdir etmişler, ona Balinus diyerek Bahailik'in babası saymışlardır.

O, Anadolu'da Tarsus'ta öğrenim gördüğü yıllarda parlamış, Antakya ve Urba’da kalmış, sonra Rodos, Suriye, Misir, Babil, Keşmir, Atina, Roma'da bulunmuştur. Babil, Avrupa, Afrika, İran’dan Hindistan'a dek birçok yerleri gezmiş, yabancı diller bildiği için oralardaki insanların dinlerini incelemiş, onlara kendi düşüncelerini aktarmıştır. Her şeyden önce onlardan temiz olmalarını istemiş, her yerde sevgi, saygı görmüştür.

O, vejetaryen olarak ot ve bal yemiş, yüz yıl kadar yaşamıştır. Efes'te ölmüştür. Sonradan birçok büst ve heykelleri yapılmıştır. Onunla ilgili Fransa'da, Almanya'da, İtalya’da, İngiltere’de, Amerika'da, Yunanistan, Hollanda ve Finlandiya'da toplam 150'ye yakın kitap yazılmış, İlkeleri, kuralları, görüş ve düşünceleri irdelenmiş, İncil’le karşılaştırılmıştır.

Hayranlarından İmparator Septimus Severus onun için bir mabet yaptırmış, eşi İmparatoriçe Julia da onun yaşam oyküsunü anlatan bir kitap yazmıştır.

Venedik Üniversitesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Asim TamşTanış Roma kaynaklarından öğrendiğine göre "Tyana, filozof Apollonius'la tanınmıştır" demektedir.

2000 yıl önce Apollonius bizim topraklarda yetişmiş, tüm insanların sevgi ve kardeşlikte birleşmelerini İlke edinmiş, tanrının özgün niteliklerini özümsemiş, dünyaca tanınan ovünç duyduğumuz gök değerli bir bilgin, bir dahidir.

Sarol Teber 'Melankoli' adlı yapıtında, ikinci yüzyılın ilk yarısında yaşayan Kapadokyalı filozof hekim Aretaus'tan bahsetmiştir. Yaşam öyküsü üzerine yazık ki pek fazla bir şey bilinmemesine karşın onun çağının en hümanist hekimi olduğuna değinmiştir. Özellikle melankoli üzerindeki tanılarını anlatmış, bu konuda "sevgi-aşk nedeniyle ortaya çıkan melankolik durumları anlatan İlk hekim" olduğunu yazmiştir. Aretaus, melankolik olanlara "hiçbir şeyi zorla yaptırmaya çalışmamak gerekir" demiştir. Onlara hafif yemekler yemesi, şarap içmemesi, bağırsaklarını boşaltması gibi önlemleri salık vermiştir. Kapadokyalı Aretaus'a göre, "sevgi ve cinsel ilişki sağaltımda unutulmaması gereken önemli noktadır. Bu tür hastalarda öfke, hüzün, çökkünlük, uykusuzluk, korku, boşluk duygusu, ikinci aşamada aşırı heyecan, aşırı hareketlilik, insanlardan kaçma, intihar etme gibi bedensel ve ruhsal olarak görülen belirtiler için psikoterapi önemlidir."

Kapadokyalı Aretaus'un yapıtları Latinciye çevrilip yaygınlaşmış, adı unutulmayanların arasına girmiştir.

"Niğde Tarihi" yazan Albert Gabriel'in anlattığına göre, IS. 2. yüzyılda gelişen Tyana bölgesinde Jüpiter Mabedi'nin bulunduğu yere yakın olan iki küçük göl bulunmaktadır: Dipsiz ve Kaynarca gölleri.

İmparator Traianus'un (98-117) zamanı Roma İmparatorluğunun altın çağı sayılmaktadır. Doğuda Ermenistan Devleti Ka padokya'ya bağlanmıştır. Kilikya'da ölen bu imparatordan sonra akrabası Hadrianus (117-138) imparator olmuştur. Anadolu'ya eşi Sabrina ile iki kez geziye çıkan, her iki gezide de Tuana'ya uğrayan Hadrianus'un yönetiminde Kapadokya'da tarıma ve hayvancılığa önem verilmiştir. Adalet, vergi toplama işleri, pos¬ta örgütü ve askersel durum düzene girmiştir. Onun zamanında Hierapolis (Pamukkale) ve Babadağ'ın güneyinde Aphrodisias gibi Tuana'yı da görkemli anıtlar süslemiştir. Bunlar arasında "Köşk", kenarları süslü 60x90 cm. dikdörtgen blok taşlardan örülen 62x20 m. çapındaki havuz, üzerinde su olukları bulunan 150 m. uzunluğundaki kemerler, Hadrian hamamı, gymnasion, mabet, kentin iki-üç kapılı surları ilk akla gelenlerdir.

İS 2. yüzyıldan sonra Tuana'da Kral Hadrianus'tan başka nice krallar, nice büyük komutanlar gelip geçmiştir: Sasani Şahpur'la savaşan, Kapadokya'yı yağmalayan Goth sürülerini bu¬radan sürüp atan İmparator Valerianus, 75 yaşında Tuana'da ölen Tacitus, Mısır'dan sonra Kapadokya'ya giren Zenebia gibi...

İS. 267'de Roma İmparatoru Aureliano, Suriye'deki Palmira kralı Zenobia'dan Tuana'yı aldıktan sonra Apollonius için bir mabet yaptırmıştır. Karısı da onun hakkında bir kitap yazmıştır. (Bu bilgi yukarıda Apollonius tanıtılırken şu şekilde verilmiştir: İmparator Septimus Severus ve eşi Julia...)

İS 2 - 3. yüzyıllarda tarihçiler, Tuana'nın lojistik yönden donatılmış, kültürel ve tecimsel alanda çok gelişmiş olduğunu bildirmişlerdir.

Şarl Texier'in anlattığına göre, uzun süre Romalıların yöne¬timinde kalan Tuana güzel kentlerin arasında yer almıştır. Han¬ları, hamamları, aşevleri, çiçekli yollarıyla bayındır durumdadır. Kemerhisar'ın şimdiki Han Mahallesi'nde o zamanlar devlet daireleri bulunmaktadır. Sur içine alman kente 4 kapıdan giril¬mektedir. Giriş kapısı üzerinde taştan su içen iki tavus kuşunun resmi vardır.

Köşk'teki Jüpiter için yapılmış ünlü mabedin altından kaynayan kutsal su Tuana 'nın can damarıdır. Bu suyu Roma İmparatorluğunu yöneten krallardan Pampulus, Trayanus ve Hadriyanus kemerlerin üzerindeki oluklardan akıtarak 2 km. uzaktan Tyana'ya getirmişler ve rivayete göre yağmur gibi yağ¬dırarak tanrılık iddiasında bulunmuşlardır.

Bu üç imparator Köşk Pınar'ın yakınma bir köşk, 20x62 m. genişliğinde dikdörtgen bir havuz yaptırmışlar; buradan çıkan suyun bir bölümünü Saray Camii'nin 200 m. aşağısından baş¬layan, temeli dört m. derinlikte, sarımsı, sert ve büyük trakit taşlardan yapılan oluklu kemerler üzerinden akıtarak Tyana'ya ulaştırmışlardır. Bu suyun akışından hesap çıkaran Alman Arkeolok Dietrich Berges, o zamanlar kentte 30 bin nüfusun yaşadığını, suyun temizlikte, mabetlerde, han ve hamamlarda, tarım alanlarında kullanıldığını bildirmiştir.

Şimdi o kemerlerden zamana direnerek ayakta kalanlar Kemerhisar Beldesi'ni Bahçeli Beldesi'nin Saray Mahallesi'ne bağlayan yol üzerindedir.

Köşk Havuz'dan ele geçen, üzerinde kartal resmi olan taşlar, su perilerine ait alınlıklar, altın yüzük ve 1936 yılında yapılan kazıda ele geçen altın yılan... Niğde Müzesi'ndedir. O devirlerle ilgili elden ele geçmiş başka değerli belgeler kimbilir şimdi kim¬lerin elindedir? Nerelerde saklanmaktadır?

Sonuç olarak Romalılar zamanında varsıl bir kent olarak tanınan Tuana - Tyana'da özel sikke bastırılmıştır. Kültürde olsun, tarımda, hayvancılıkta olsun kent çok ileri gitmiştir. Nüfusu hızla artmıştır. Emen Ovasında yüz kadar köy, kasaba kurulmuştur. Her yıl şarap tanrısı Dionysios adına bağ bozu¬munda (tiyatro - komedi türü) eğlencelerin yapılması gelenek haline gelmiştir

Kemerlerin yanından Köşk'teki tapmağa giden yolun kenarrındaki çiçeklerle süslü, bahçeli evlerde rahip ve rahibeler ya¬şamışlardır. Çiftçilik ve bağcılık yapılan alanlar genişletilmiştir. Tuana-Tyana üretimi yapılan ekşi şarabıyla da ününü duyur¬muştur. Demir ve tunç işçiliğinde çalışan ustaların yaptıkları çanlar, kazmalar, balta ve testereler her yerde aranır olmuştur. Düzenlenen tören ve şenlikleri uzak yerlerden gelen pek çok insan izlemiştir.

Tarihçi Ramsay ile Avram Galanti'nin yazdıklarına bakılır¬sa o zamanlar Jüpiter tapmağının bulunduğu Köşk'e 30 - 40 km. uzaktan, kanalla ayrı bir su getirilmiştir. Niğde'nin doğusunda Eski Gümüş Beldesi'nin üzerindeki Dumlu denilen yerden çıkan bu su, İtulutmaz dağının etekleriyle Humam'dan (Göbeklidağ) ve Sazalca köyünün kuzeyinden geçirilip Niğde'ye 16 km. uzak¬lıktaki meşhur Roma Köşk'ten çıkan suya karıştırılmıştır. (Bu suyun aslı, 1930'larda benim gördüğümde Toroslardaki Dumlu yaylasında, tabanı kum olan, mağara gibi karanlık bir kaya kovuğundan kaynayarak çıkmaktaydı. Buz gibi soğuk olan su, başlangıçta kargın durumda 15 - 20 m. güneye doğru gittikten sonra kıvrılıp bir çağlayan halinde kendi açtığı kanaldan hızla Niğde'nin Eski Gümüş köyüne doğru akmaktaydı).

Köşk Pınar'a karışan bu suya ait şöyle bir rivayet vardır: Çobanın biri Dumlu'dan çıkan suya kavalını düşürmüş, bir gün sonra bakmışlar ki ne görsünler? Aynı kaval Köşk'ün suyundan çıkmıştır...

İS III. yüzyılda Kral Caracalla (Karakalla) döneminde Gü¬ney Kapadokya Roma'nın bir eyaleti olarak doğrudan doğruya Roma Senatosu'na bağlanmıştır. Her yerde halka eşitlik sağlan¬mıştır. (Bunu, Ferudun Fazıl Tülbentçi Vatan Gazetesinin Niğde ilavesinde yazmıştır.) Bilge Umar da ilkçağda Türkiye Halkı adlı yapıtında Caracalla'nın kan dökücü, dengesiz, hasta biri ol¬duğunu, askerlerden biri tarafından öldürüldüğünü, Tuana'nın il olarak İsa'nın doğumundan 17 yıl önce İmparator Ogüst za¬manında, Roma'ya bağlandığını bildirmiştir (s. 530).

İS 3. yüzyılda Kral Trayanus ve Hadriyanus döneminden sonra da Anadolu'da Hıristiyanlığın yayılması kimi zaman artıp hızlanmış, kimi zaman yavaşlamıştır. Bazı imparatorlar hoşgö¬rülü davranmış, bazıları sert; kimileri de Hıristiyan olmayanları işkence ederek öldürtmüştür. En amansız davranan İmparator Teodosius olmuştur. Onun zamanında ilk tapmaklar yıkılıp ha¬rap edilmiştir.

Başlangıçta bölgede Hıristiyanlara karşı sıkı bir koğuşturma başlatılmıştır. Putperestlerin de yardımlarıyla Anadolu'da Hı¬ristiyanlık yasaklanmıştır. Hıristiyanlar arasında yeniden put¬perestliğe dönenler görülmüşse de kimi Hıristiyanlar kurtuluşu yeraltı kentlerine saklanmakta bulmuşlardır. Tek ya da gruplar halinde inzivada çilekeş yaşantıyı seçenler olmuştur.

İS 303 - 311 yılları arasında da puta tapanların sert işken¬celerine katlanamayan Hıristiyanlar, ilk zamanlarda olduğu gibi, Tuana bölgesinde İftiyan ve Salmanlı'daki mağaralara, kaya kovuklarına, Peldaacı'nda yaptıkları yeraltı tünellerine, Derinkuyu ve Kavlaktepe'deki ustaca oyulan yeraltı kentlerine sığınmışlardır. Yeraltı kentlerinin 13 kat altında ısı yaz-kış de¬ğişmeden, akustik düzen ve havalandırma sisteminin mükem¬mel çalıştığı anlaşılmıştır.

İS 313 yılında bu durum İmparator Konstantin (Costantinus) tarafından yayınlanan bir fermanla (Milano Fermanı) değişmiştir: İnsanlara anayasal haklar verilmiş, Hıristiyanlara ve Putperestlere, çok tanrılı dinlere özgürlük tanınmıştır. Bu hoşgörüyle ülkede eşitlik, birliktelik sağlanmıştır. İmparator dinlerin özellikle Hıristiyanlığın koruyucusu olduğu sürece Kapadokya bölgesinin din işleri Tyana'daki başpiskopos tarafından yönetilmiştir. Rahipler örgütü insanların tek tanrı inancında birleşmelerine çaba göstermişlerdir.

İS 330 yılında (Mayıs Ayının 11. günü) Roma İmparatoru Konstantin zamanında İstanbul'a Yeni Roma adı verilmiş, fakat daha sonraları bu adın yerini Konstantin Stin-polis almıştır. İstanbul adı bu sözcükten gelmektedir.

İS 4. yüzyılda İmparator Valens (364 - 375) imparatorlukta hoşgörü ilkesini uygulamıştır. Başka bir kaynağa göre, Roma İmparatoru zalim Valens döneminde Kapadokya ikiye bölün¬müştür. Başkent Tyana metropolitlik durumunu sürdürmüştür.

Bizans Donemi (395-1453)

İS 395'te İmparator Jüliyen'den sonra Teodisius zamanında Roma İmparatorluğu "Doğu Roma" ve "Batı Roma" olarak ikiye ayrılmış, Batı Roma'ya Teodisius'un oğlu Honoriyos, Doğu Roma'ya da diğer oğlu Arkadyus sahip olmuştur. Büyük Konstantin ve Kral Jüstinyen (527 - 565) devirlerinde İstanbul askeri yönden, din ve bayındırlık yönünden en parlak zamanını yaşamıştır.

Bundan sonra Tuana kent olarak Tyana adını almıştır ve toplantıların yapıldığı dini merkez olmuştur. İki yüz yıllık sürede Kapadokya bölgesinde başta Tyana yöresi olmak üzere Hıristiyanlığın gelişmeye başladığı görülmüştür.

İS 395'te Roma İmparatorluğu ikiye bölündükten sonraki dönemde, Şarl Texier "Küçük Asya" adlı yapıtında, Toros Kapadokyası'nın kuzeye doğru giden Semiramis Yolu'nun başkent Tuana'dan geçtiğini, çok işlek bir yol olduğunu yazmıştır. Dini Rahip Antimos'un burayı yönettiği sırada Horasan, Türkistan ve Hazer kıyılarından gelen Türklerin Bizanslılarla çarpıştıkla¬rını, galip gelerek Kapadokya'yı, Konya'yı, Herakle'yi (Ereğli), güneyde Kilikya'yı aldıklarını belirtmiştir.

İS 4. yüzyılın sonlarında da Tuana - Tyana'da başlayan gelişme, kültür, tarım, hayvancılık, yol ve ticaret yönünden en yüksek düzeye çıkmıştır. Nüfusta hızlı artış görülmüştür. (Yuka¬rıda belirtildiği gibi Tuana 'nın Omun (Emen) ovasına yüz kadar köy ve kasaba kurulmuştur).

Tyana'nın Pompei örneği bir kent durumuna gelmesi için i çalışılmıştır.

Tuana ile yakın ilişkisi olan Kral Yolu üzerinde bulunan Faustinapolis'e (Başmakçı köyü) o zamanlar "Halala" deniyormuş. İmparatoriçe Faustina yolculuk sırasında burada ölmüş¬tür. Helenlerin zamanında ünlü hatip Çiçeron'un Faustina'da valilik yaptığı söylenmektedir.

İS 437'de Attila Hun İmparatoru olduktan dört yıl sonra tüm Avrupa'ya hakim bir duruma gelmiştir. Roma Attila'nın karşısına çıkmaya cesaret edememiş, Papa Leon'u ona ricacı olarak göndermiştir.

İS 610 yılında Bizans ordusu yenilmiş, Anadolu Sasani ve Perslerin (İran) eline geçmiştir. Bizanslılar Sasaniler'in zaptet¬tikleri yerleri ancak 620 yılında geri alabilmişlerdir.

İS 640 yılında (Bazı kaynaklarda 647 olduğu yazılıdır). Tuana bölgesini İslamlaştırmak için yüksekliği 1200 m. olan "Gülek Boğazı"ndan gelen Arap akınları başlamıştır. Bu akın¬lar 10. asrın başlarına dek sürmüştür. Bizans yönetimindeki Güney Kapadokya'ya Araplar dokuz kez hücum etmişlerdir. Bizanslılar savunmak amacı ile usta bir teknoloji kullanarak kaleler, gözetleme tepeleri, kumpetler, ateşle haberleşme kule¬leri, hisarlar, yer altı kentleri ve istihkamlar, mağara ve tabyalar yaptırmışlardır. Hasan Dağında yakılan ateş Tuzgölü'nden ve Sivrihisar tepelerinden görülmekte, haberleşme Eskişehir üzerinden İstanbul'a ulaşmaktaymış.

Muaviye devrinde, Bizanslılardan başkent İstanbul'u almak isteyen Arap güçleri kenti kuşatmış olmalarına karşın (669) surları aşamamışlardır.

706 yılında Arap komutanı Mesleme (Halifenin kardeşi) önce Lülve kalesini, ardından Tuana bölgesinde Tyana'yı kuşa¬tarak sonunda ele geçirmiş; ama çok geçmeden Bizanslılar geri almışlardır. Bu arada el değiştiren Tyana'ya Araplar bir cami yaptırmışlardır.

710 yılında Halife Velit (Başka kaynaklarda 717 ve 755 yılında) Tyana'yı ani bir hücumla teslim almış, yağmalamış ve geri dönmüştür. Bundan sonra Bizanslılar İslamlara karşı sınırlarını korumak için Tuana bölgesine Bulgar Türklerini yerleştirmişlerdir.

810 yılında (Bu tarih, Niğde Yülığı'nda 806, Niğde Üniversitesi'nde öğretim üyesi Faruk Yılmaz'ın "Niğde Tarihi" adlı yapıtında 797 yazılıdır). Abbasi halifesi Harun Reşit, 300 bin kişilik orduyla Anadolu'ya girmiştir. Önce Ereğli'yi almış; sonra eline geçirdiği tutsaklarla Tyana 'ya girmiştir. Getirilen tutsaklar arasında kralın oğlunun nişanlısı da vardır. Kral Ha¬run Reşit’e armağanlar göndererek kızı geri vermesini istemiş, aralarında anlaşma yapılmıştır: Kızın yerine Akabe'yi vermeleri koşulu ile kız geri gönderilmiştir.

Harun Reşit Tyana'yı bayındırlaştırmak için hayli çalış¬mıştır: Konaklama yerleri yaptırmıştır. Bir de cami yapılmasını emretmiştir. Önce Kapadokya'da askeri güçlerin komutanı iken sonra Kraliçe Teafonu ile evlenerek İmparator olan Nikefaros'la anlaşma yapıp Anadolu'dan ayrılmıştır. Bizans imparatoru Bul¬garlar, Ruslarla savaştıktan sonra Araplarla yaptıkları anlaşma¬yı bozmuş, Tyana'yı geri almıştır. Nikeforos'un güzel eşi Kra¬liçe Teafonu ise sarayda imparatora her istediğini yaptırmasına karşın türlü oyunlar çevirerek aşkı uğruna sevmediği imparator Nikefaros'u öldürtmüştür.

830 yılında bu duruma kızan Halife Me'mun komutanı Yahya bin Aksem'in emrine büyük askeri güç vererek Tyana'ya göndermiş, kenti yakıp yıkmalarını istemiştir. Anlaşmak için elindeki 500 tutsağı vereceğini söyleyen Bizans imparatorunun isteğine karşı Halife, Tyana ve Ereğli yöresindeki Rumların buralardan çıkarılması şartını koşmuştur. Anlaşamayınca ko¬mutanı Yahya bin Aksem'i vekil bırakmış, bölgeyi sıkı denetim altında tutmasını tembih etmiştir. Ama çok geçmeden Bizans imparatoru ile Halife arasında Lülve'de (Ulukışla'nın Çanakçı köyündeki kale) savaş başlamıştır. Halife'nin güçleri Lülve Kalesi'ni alınca İmparator Teofılos'un barış önerisini yine kabul etmemiş, 


Tyana'ya yönetici olarak oğlu Abbas'ı göndermiştir. Tyana'da yönetimi ele alan Abbas Filistin, Bağdat, Mısır ve Elcezire'den ustalar ve işçiler getirtmiş; daha önce yapılmış yerlerde büyük çapta onarım başlatmıştır. Usta ve işçi sesleriyle yankılanan Tyana 'da 4 kapılı surların üzerine hisarlar kondu¬rulmuş; bir de cami yaptırılmıştır.

Halife Me'mun Tyana 'da son durumu gördükten sonra Ara¬bistan'a dönerken kardeşi Mu'tesim'le Toroslardaki Şeker Pınarı'nda mola vererek eğleşmiştir. Ayaklarını dinlendirmek için soğuk suya sarkıtmıştır. Canı taze meyve istemiş, postacısı ha¬zırda olan iki sele (sepet) taze hurmayı getirmiştir. Halife suyun içinde soğutulan hurmadan kardeşiyle birlikte çokça yemiş, üze¬rine buz gibi sudan kana kana içmiştir. Ama az sonra rahatsız¬lanmış, ateşi yükselmiş, felç olup ölmüştür. Cenazesi Kilikia'nın başkenti Tarsus'a getirilip Hakman'ın evine gömülmüştür.

Bu olay, Müneccimbaşı çevirisi 2. cilt, 127. sayfada şu biçim¬de anlatılmıştır: Halife Me'mun oğlu Abbas'la yakılıp yıkılan Tyana'yı uzaklardan getirtilen işçi ve ustalara onartırken hasta¬lanarak ölmüştür. Ölüsü Tarsus'a getirilmiştir. Yönetimi eline alan Mu'tesim çalışmak için Tyana 'da bulunan 6 bin işçiyi ve ustaları geldikleri yere göndermiştir. Her şeyin bırakılmasını, orada bulunan silahların yok edilmesini emretmiş, askeri üs olarak donatılmaya başlanan Tyana'yı yüzüstü bırakarak Bağ¬dat'a dönmüştür.

838'de Halife Mu'tesinm'in komutanı Afşin, ordusuyla Tya¬na 'ya kadar gelip yağmaladıktan sonra geri çekilmiştir.

863 yılında Bizanslıların koruduğu Tyana'ya Arap Komu¬tanı Ömer (bir başka kaynakta Muntasır) saldırmıştır. Kentin uzun süre Arap hakimiyetinde kalmadığını bilen komutan kızıp öfkelenmiş burayı yerle bir etmiş, binlerce tutsak almıştır. Savaş kazançlarıyla dönerken Bizans komutanı Patronas'a yenilerek öldürülmüştür. Ömer'den öcünü alan Bizans komutanı kentin durumunu düzeltmeye çalışmıştır.

931 yılında son kez bir daha Arap baskınına uğramış Tyana. Bu sefer Bizanslılardan yardım gelmeyince halk saldırıya kendi gücüyle karşı koymuş, düşmanı Toroslara dek kovalamıştır.

Bundan sonra Tyana 'ya pek sahip çıkan olmamıştır.

Araplarla yapılan savaşlardan epeyce etkilenen, kaderine terkedilen Güney Kapadokya'nın başkenti Tyana ve çevresi bir türlü eski parlak günlerine geri dönememiştir.

Albert Gabriel'in Almanca bir kaynaktan aktardığına göre, 10. yüzyılda "Bir harabeye çevrilen ve Hıristiyan nüfusu boşaltılan Tyana'nm yerine Bor ve Niğde şehirleri geçmiştir."

Tyana Bizanslıların askersel yönden önemli kenti olsa da bayındır duruma getirecek yöneticilerden yoksun kalmıştır.

10. ve 11. yüzyılda Arap saldırıları bittikten sonra Bizans¬lılar sınırlarını yukarı Fırat'a kadar genişletmişlerdir. Yüz yılı geçkin sakin, istikrarlı zaman içinde Niğde'nin kuzeyindeki freskli kaya kiliselerinin yapımını gerçekleştirmişlerdir.

Özellikle Nevşehir Göreme'deki, Aksaray Ihlara Vadisi'ndeki oyma ve kaya kiliseler Bizanslıların dinsel öğreticilik alanında ve resim sanatında ne kadar ileri durumda oldukları¬nın belgeleridir. Bunlar o dönemin görkemli anıtları olarak bu¬gün de değerlerini yitirmemişlerdir. Niğde'ye yakın Gümüşler Beldesi Örenyeri Manastır'ında bulunan "Gülümseyen Meryem ve İsa" Bizans sanat tekniğinin övülesi, eşsiz yapıtları arasında sayılmaktadır.

1369 yılma gelindiğinde Tyana'da ne kilise ne de kiliseye gidenler vardır... Artık, 2300 yıl, tarihte en uzun süre önemli kent, başkent olmuş ünlü Tuana - Tyana 'nın yerini tarihçi A. Gabriel'in yazdığı gibi gerçekten Niğde ve Bor almıştır.

Ahmed Refik'in "Bizans Imparatoriçeleri" adlı yapıtında anlattığı gibi 6. yüzyılda Kraliçe Teodora ile başlayıp 11. yüzyıla değin süren eşsiz güzellikteki kraliçeler (Atenayis, İren, Dindar Teodora, Teafonu, Zui ve Anna Komnenos) Bizans İmparatorlarını kendilerine bağlamışlar, aşk- meşkle yapmadıklarını bırakmamışlar, zevk içinde paralar harcayarak Bizans İmparatorluğu'nun zayıflamasına neden olmuşlardır.

Niğde Milletvekili İbrahim Refik Soyer, (Niğde gazetesi'nin 1949'da yayınlanan 1107 - 1112 sayılarında), Ömer Rıza Doğ¬rul'un Ebülferec'te Tyana kentinin Adana olarak gösterildiğini bildiren yazısı üzerine ve Şemsettin Sami'nin de Kamusülalam adlı yapıtında aynı yanlışı yinelediğinden bahisle, bunlara yanıt olarak kaleme aldığı 10 sütunluk yazıda, Tyana ile ilgili önemli bilgiler vermiştir: Yazar, TBMM kitaplığında özellikle Arap kaynaklarından yararlanarak Rambod ve ardıllarının Roma İmparatorluğu dönemlerinde İmparator Valens'in Kapadokya'yı kuzey, güney olarak ikiye ayırdığını, kuzeyin başkentinin Kayseri, güneydekinin ise Niğde yakınındaki Tyana olduğunu, Papa Antimos'un burayı yönettiğini bildirmiştir. Bor - Bahçeli'deki Köşk'te bulunan Pampülüs'ün ünlü köşkünden, eni 23, boyu 66 m. saçaklı mermerlerden yapılmış havuzdan söz etmiş¬tir. I. Refik Soyer araştırmalarında Bizanslılardan önce buraya Tuana adının Kral Taos tarafından verildiğini belirtmiştir. (Bu konuyla ilgili bazı bilgiler yukarıda Roma İmparatorlarından söz edilirken verilmiştir).

Albay Lek "Asya'da Seyahat" adlı eserinde, Kilisehisar ve İftiyankos'u anlatırken Kemerhisar'da su kemerlerinin kavak ağaçları arasından ufka yükseldiğine, bu kemerleri Pampü¬lüs'ün köşkünden çıkan suyu kente akıtmak için yaptırdığına değinmiştir. Daha Sonra Semiramis Yolu'nun yeşilinin bu su sayesinde korunduğunu, al yanaklı elmaların bahçelerde bu su ile yetiştirildiğini yazmıştır. (7)

1937 yılında Konya dergisinin 6. sayısında Naci Fikret Baş-tak Tyana ile ilgili yazısında, Andaval'da ve Bor'da bulunan insan kabartmalarının Tyana 'dan götürüldüğünü, bunlar ara¬sında Kral Midas'a ait bir kabartmanın da bulunduğundan söz ederek (Yukarıda Tyana'ya Arap akınlarını anlatırken bizim de değindiğimiz gibi) yazısını şöyle sürdürmüştür:

"Taberi ve Ebülfida'ya göre, Hicretin 188 yılında Harun Reşit büyük bir orduyla Rumların elinden Tyana ve Herakle'yi almıştır, Tyana 'nın yönetimini Akabe'ye bırakmış, ama çok geç¬meden Romalılar Adana'ya kadar olan yerleri ele geçirmişlerdir. Ardından Me'mun gelerek buraları yeniden almıştır. Uzaklar¬dan getirttiği ustalara ve işçilere dört kapılı hisarın onarımını yaptırırken ani ölümü üzerine yerine geçen Mu'tesim işleri ya¬rım bıraktırmış, hatta yapılmış olanları yıktırmıştır."

1970 yılında Niğde'de yayınlanan Hamle gazetesinin 4456 sayısında, "Kültür Şehri Niğde" adlı yazıda, 6. yüzyılda önce Sasaniler, sonra da Arap akıncılarının hedefi olan Tyana 'nın zaman zaman yıkılmış olmasına karşın onarılsa bile Selçuklu döneminde önemini kaybettiği yazılmıştır. Bu yazıda ayrıca Selçukluların yaptırdıkları Ağzıkara Han'la Osmanlı dönemin¬de Öküz Mehmet Paşa olarak bilinen vezirin Ulukışla'da yaptır¬dığı, son yıllarda ofis ve cezaevi olarak kullanılan Kervansaray hakkında bilgiler verilmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder