30 Aralık 2012 Pazar

Tuana’da son donemler



Osmanlılar zamanında eski Tuana'mn yerine kurulmuş olan Bağçalı (Diravun, Kergah) ile Kilisehisar Niğde, Bor'la bir¬likte Konya iline bağlanmıştır. O dönemde bu köyler bir asker alınırken, bir padişah hesabına barut yapmakta kullanılan güherçile çıkartılırken, bir de ağnam ve aşar vergileri toplanırken anımsanmıştır.

Katip Çelebi (Hacı Kalfa) "Cihannüma" adlı yapıtının 617. sayfasında: "Bu Kilisehisar Bor yanında bir harabe kaledir ki, onda mermer sütunlar ve büyük taşlardan yapılmış kemerler vardır. Sultan Alaettin Konya Kalesi'ni yaptırırken buradan taşlar götürtmüştür." diye yazmıştır.

Romalılardan bugüne 1400 yıl geçtiği halde sarı, ağır, kalker taşlardan yontularak yapılan kemerlerden bir bölümü zamana direnip yıkılmamıştır. Ama bugün artık onların çevresinde ne rahip ve rahibeler için o devirde yapılan barınaklar, ne onların çiçeklerle süslü bahçeleri ve ne de kemerler boyunca Köşk Havuz üzerindeki Jüpiter Mabedi'ne uzayıp giden görkemli yoldan eser kalmıştır...

1834 yılı
nda Küçük Asya'ya gelen Texier ise Tuana için şunları kaydetmiştir:"Tuana kentinin şimdiki halkı, yakın zamanlarda bir Arap ağasının yönetimi altında toplanmış, tümü Türk ve Türkmenlerdir.  

Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'ya düşman olan bu ağa Toroslardan topladığı dağlı göçerleri getirip Tuana yöresine (Kılavuz, Halaç, Karacaören, Kaynarca, Diravun, Kergâh, Baravun, Gökbez ve Kilisehisar...) yerleştirmiştir. 
Bu durum zamanın hükümetince onaylanmıştır."

Katip Çelebi "Cihannüma" adlı yapıtında (sayfa 678), eski Tuana'ya yerleşen Türkmen oymaklarıyla ilgili şu bilgiyi vermiştir: "Niğde'ye üç saat, Çiftehan'm solunda dağ arkasındaki Üçkapılı, bir sümbül, lale ve çiçek yatağıdır

Türkmenler gelip orada yaylarlar ve orada bir çeşit tulum peyniri yaparlar, peyniri mağaralarda saklarlar. Gayet âlâ peynirdir
Bu yaylak üç dağın son köşeleri arasında bulunan bir sahradır. İşte, bunun içindir ki Üçkapılı derler."

Köşk Havuz'da ilk kazıya kaynayan suyu artırmak için 70 yıl önce başlanmıştır. Yazık ki Tuana'da ele geçen tarihi kalıntılardan birçoğunun değeri hiç bilinmemiştir. Bunlardan bazıları Bahçeli ve Kemerhisar'da ilkokulların bahçelerine atılmış "açık hava müzeleri" olarak yıllarca buralarda kalmış; bazıları da bulundukları yerlerde hoyrat eller tarafından talan edilmiştir. Mezarlardan çıkarılan süs eşyaları ise kimbilir kimlerin ellerinde ve hangi yerlerdedir, bilen yok. Atı alan Üsküdar'ı geçmiş. Toplanması olası değil?

Bugün burada yaşayan insanların çoğu tarımı, hayvancılığı, hatta elmacılığı bırakmış. Okuyanların çoğu dışarıda, kalanlardan bazıları da Niğde'ye Bor'a göçmüş, fabrikalarda işçi olarak yaşamlarını sürdürmektedirler.

Bundan kırk yıl kadar önce, 1960'h yıllarda Köşk'te suyun çıktığı yere orada bulunan mermerlerden eski ölçülerinde (şimdi balık üretiminde kullanılan) dikdörtgen bir havuz bir de lokanta yaptırılmış, Bahçeli Belediyesi'nce işletmecilere kiraya verilmiştir.


Şarl Texier, Köşk'te, Jüpiter Mabedi'nin çevresinde mezarların olduğunu yazar.
 


1925'lerde, benim çocukluk yıllarımda, bu mezarların yanı başında Köşk'ten ayrı bir su kaynağı vardı. (Bu su 1930'lu yıllarda içme suyu olarak Kemerhisar'a götürül¬müştür.) Ve yine orada üstü kubbeli ve kenar duvarları taştan örülmüş, kapı ve pencereleri açık, bir türbenin bulunduğunu anımsıyorum. Bahçeli'den (Diravun, Kergâh mahallelerinden) adağı olanlar, pikniğe gelir gibi Köşk'ün bitişiğinde o türbenin , çevresindeki çayırlığa gelir, horoz, kuzu, oğlak ne ise adaklarını keser, en az yedi kişi orada yer, Köşk'ün buz gibi suyundan içer, dinlenir, gün batımmdan önce evlerine dönerlerdi.

Niğde ve Bor Tarihi'nin yazarı Avram Galanti Köşk'e bir-birbuçuk km. uzaklıktaki Diravun'un adını Piravun diye yazmış, bu sözcüğün Yunanca olduğunu bildirmiştir. 

Oysa Türk dili uzmanlarından Gazi Eğitim Enstitüsü'nde dilbilgisi öğretmenim Ali Ulvi Elöve'ye Diravun sözcüğünün anlamını sormuştum; o da, Türkçe olduğunu, "diri ağaç" anlamına geldi¬ğini, Baravun'un (Havuzlu köyü) ise "sık ağaç" anlamında bir sözcük olduğunu, Kaşgarlı Mahmud'un "Divan-ı Lugat-it Türk" adlı yapıtında bu sözcüklerin anlamlarının böyle yazıldığını söylemiştir.

Köşk'ün tarihi tepesinden eski Diravun'un, Kergâh'm, Kisasar'ın genel görünümüne bakıyorum: Peldaacı, Adıyaman, İftiyan, Salmanlı'da Arap akıncılarından korkup buralara sığınan Hıristiyanların durumlarını kafamda canlandırmaya çalışıyorum. Tıpkı insanlar gibi yerleşim yerlerinin de yaşam öyküleri ve serüvenlerinin olduğunu düşünüyorum. İlk (Paleolitik, Ne¬olitik, Kalkolitik) çağlardan bu yana toprak üstünde ve altında saklı kalmış nice kalıntılara insanlarımız, şu bastığımız taşlar, topraklar, gökteki ay ve yıldızlar suskun kalmışlardır. Nice yüz¬yılları koynunda saklayan tek Köşk Höyük'ün yaşlı tepesinden gün ışığına çıkarılan buluntular, bugün çok şeyleri gözlerimizin önüne sermiştir. Bunlar Bahçeli Beldesi'nde bulunan tarihsel varsıllığımızın övünülecek, göğsümüzü kabartacak çok değerli kanıtları, kalıntıları ve tanıklarıdırlar. Öyle ki Niğde'nin ve Tit¬ana 'nın tarihini 7-8 bin yıl öncelerden başlatmıştır.

Düne kadar tarlada suyu testide soğutan, kış yaz demeden bağda, bahçede çalışan, toprakla didişen, kimi zaman emeklerini yele, sele vermiş buranın insanları eski başkent Tuana 'da bulunan tarihsel yapıtlara neden sahip çıkmadılar? Kendilerini gün¬lük geçim uğraşına kaptırmış yanık yüzlü dayıların, emmilerin, anaların, bacıların, şimdi eski Tuana'da yaşayanların yüzlerine bakıyorum, bulundukları yerleri anlatan yazıları, yapıtları okuyorum, komşularıyla kültürel ilişkilerini araştırıyorum: Tarihin derinlerinden gelen seslenişleri dinlercesine. Türkülerini, nin¬nilerini, ağıtlarını dinliyorum, yarenliklerinde, sohbetlerinde, söylemlerinde, deyimlerinde, atasözlerinde, övgü, sövgü, ilenme¬lerinde, törelerinde, gelenek, göreneklerinde, atalarından süre gelen ne gizler bulunduğunu anlamaya, anlatmaya çalışıyorum... Nasıl ayıklanır bunlar? Nasıl anlaşılır ? Kuşkusuz çok zaman geçmiştir, insanlar devir devir, yıl yıl öylesine değişmişler ki...

Zaman, pek çok şeyleri, üzerine sünger çekerek kaybetmiş, nicelerini belleklerden silmiştir. İnsanın bu durum üzerinde düşlere dalıp gitmemesi elinde değil...

Düşünüyorum da bu bölgenin halkı geçmiş yüzyıllarda nice saldırılar, çarpışmalar yaşamış, sosyo-ekonomik ve tecimsel sorunlarla karşılaşmışlar, karışmışlar, birbirlerinden etkilenmişler, değişmişler, sonuçta yine de varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Köşk Höyük'ün bulunduğu yaşlı tepe, nice insanların yaşantılarını, ne çok olaylar görmüş geçirmiştir... Eteğinden kaynayan su oradaki havuzda biriktikten sonra yüksek kemerler üzerinden akmış, o günlerden bugünlere değin kimlere besin ve esin kaynağı olmuştur...

Bizim eski başkent Tuana'mız şimdi doğanın, tarihin yazgısında toprak altındaki gömütleriyle, daha pek çok uygarlık kalıntılarıyle zaman tünelinin içindedir. Yüzlerce yıldan beri sürüp gelen, övündüğümüz onun tarihsel durumu ve kültürel varlığı tam olarak ne zaman aydınlanacaktır? Köşk Tepe'nin, Peldaacı, Kalaygöl, Adıyaman, İftiyan ve Kemerhisar'ın altında saklı uygarlık kalıntılarının tümü ne zaman, na kadarı gün ışığına çıkacaktır? Buraların gizsel geçmişi ne zaman tüm ayrıntılarıyla belirlenebilecektir?

Kimbilir, şairin dediği gibi "Belki yarın, belki yarından da yakın..."

Ali İhsan Beyhan, Emekli Öğretmen

Katkilar:
Tuana yöresi Köşk Höyük’te kazı çalışması yapan, kitabin hazirlanınasında katkıda bulunan Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Ögretim Üyesi Prof. Dr. Arkeolog Sayın Aliye Öztan'a, kitabin basımında parasal destek sağlayan Bor-Bahçeli Belediye Meclisi Uyelerine ve Başkan Fatih Kaya'ya, teknik işlerde ozverisinden dolayi oğlum M. Bariş Beyhan 'a, duzeltmen olarak Dr. Mine Berkoglu ve Şükran Orhan'a, kitabın düzenlenınesine yakın ilgi gösteren Süleyman Ege'ye ve her türlü yardımlarından dolayı eşim Neriman Beyhan'a içten teşekkürler ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder